Ana sayfa » Kur’an-ı Kerim Sureleri » Büruc Suresi
Büruc Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 22 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “el-Bürûc”kelimesinden almıştır. Bürûc, burçlar demektir.
İçindekiler
Büruc Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ١وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ٢وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ٣قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ٤اَلنَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِۙ٥اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌۙ٦وَهُمْ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ شُهُودٌۜ٧وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلَّٓا اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ٨اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌۜ٩اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَر۪يقِۜ١٠اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْـكَب۪يرُۜ١١
اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ١٢اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ١٣وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ١٤ذُوالْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ١٥فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ١٦هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ١٧فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ١٨بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ١٩وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ٢٠بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ٢١ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ٢٢
Büruc Suresi Arapça Dinle, Büruc Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.
Büruc Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Bismillahir rahmanir rahim.
Büruc Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Büruc Suresi Türkçe Meali Dinle, Büruc Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.
Büruc Suresi konusu, Sûrenin ana konusu kendilerine “ashâbü’l-uhdûd” (hendek ehli) denilen inkârcıların, müminlere verdikleri sıkıntılar ve müminlerin inançları uğrunda bunlara karşı gösterdikleri sabır ve dirençtir. Ayrıca inkârcıların âhiretteki kötü âkıbetleri ve müminlerin mutlu sonları, Allah’ın bazı sıfatları hakkında kısa açıklamalar yer almaktadır.
Mushaftaki sıralamada seksen beşinci, iniş sırasına göre yirmi yedinci sûredir. Şems sûresinden sonra, Tîn sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Büruc Suresi fazileti,
Büruc Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 589. sayfada başlar, 590. sayfada biter.
Büruc Suresi, 22 ayetten oluşur.
Büruc Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 30. cüzde yer alır.
Büruc Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 2 sayfa içinde yer alır.
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Büruc Suresi Tefsiri aşağıdadır.
Bir önceki sûrede olduğu gibi burada da yeminle söze başlanarak müminleri inançlarından dolayı ateş dolu çukurlara atıp yanmalarını seyreden zalimler kınanmakta ve âhirette hak ettikleri cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir.Burûc kelimesi “açığa çıkmak, görünmek, saray ve köşk” anlamlarına gelen burcun çoğuludur. Astronomi terimi olarak burç, güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her birini ifade eder. Modern astronomide “yıldız kümeleri” veya “galaksiler” olarak anlamak mümkündür (ayrıca bk. Hicr 15/16; Furkan 25/61). 2. âyetteki “vaad edilen gün”den maksat, kıyamet günüdür (Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283).“Tanıklık eden ve edilen” diye çevirdiğimiz 3. âyetteki şâhid ve meşhûd kelimelerini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: a) Şahit Allah, meşhûd yaratıklardır; b) Şahit Hz. Muhammed, meşhûd onun ümmetidir; c) Şahit Hz. Muhammed’in ümmeti, meşhûd diğer ümmetlerdir; d) Şahit peygamberler, meşhûd ümmetleridir; e) Şahit koruyucu melekler, meşhûd insanlardır; f) Şahit bütün insanlar, meşhûd kıyamet günüdür; g) Şahit Allah ve melekler, meşhûd da Allah’ın birliği ilkesidir. Bunlardan başka yıldızların, Hacerülesved’in, arefe, cuma ve pazartesi günlerinin şahit ve meşhûd olduğu yolunda görüş ileri sürenler de vardır (bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394). Bir önceki âyette kıyamet gününün geçtiği dikkate alındığında “şahit” ile insanların amellerini görüp bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah Teâlâ’nın, meşhûd ile Allah’ın durumlarını görüp bildiği ve buna bağlı olarak âhirette sorgu ve yargıdan geçireceği insanlar ve onların işlerinin kastedildiği düşünülebilir.Sûrede sözü edilen “ashâbü’l-uhdûd”, İslâmiyet’ten önceki bir devirde müminleri dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder. Âyetlerde semaya, kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yeminle ashâbü’l-uhdûdün lânetlendiği bildirilmektedir. Uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir. Kendilerinden ashâbü’l-uhdûd diye söz edilen kimselerle onların işkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur’ân-ı Kerîm bilgi vermemiştir. Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında çok değişik ve birbiriyle çelişen açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamalar arasında Necran hıristiyanlarının Yemen Kralı Zûnüvâs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerdüşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah’ın müsaade ettiği şeklindeki hükmünü kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gibi güvenilir olmayan menkıbeler de vardır (bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtubî, XIX, 287-294). Bu ifadeyi belli bir olaya bağlamak yerine, tarihte çokça kullanılan ateşle işkence yöntemine atıf yapılarak genel mânada işkenceciler ve işkencenin yorumunu yapanlar da olmuştur (Esed, III, 1253). 10. âyet de bu anlamı desteklemektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Burûc sûresinin indiği dönemde de Mekkeli müşrikler müminlere, özellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı. Nitekim “…işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir” meâlindeki 10. âyette Mekke müşriklerinin yaptıkları bu zulümlere işaret edilmiştir (bk. Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-uhdûd”, DİA, III, 471). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 591-592
Çeşitli işkence, zulüm ve sıkıntılara mâruz kaldıkları halde imanlarından tâviz vermeyip sorumluluklarının gereğini yerine getiren müminlere âhirette altlarından ırmaklar akan cennetler verileceği ifade edilmektedir. Bu, müminler için bir sevinç ve mutluluk vesilesidir. “Şüphesiz rabbinin yakalaması pek yamandır” ifadesi, inkârcıların mutlaka cezalandırılacağını, Allah’ın azabından kurtulmalarının mümkün olmadığını gösterir. Buna göre söz konusu işkencelere göğüs geren müminler imanlarındaki sebatın karşılığını âhirette iki şekilde alacaklardır. Biri cennet nimetleri, diğeri de ilâhî adaletin gereği olarak kendilerine kötülük eden inkârcıların cezalandırılmasıdır. Kaynak :
Müfessirler 13. âyeti iki türlü yorumlamışlardır: a) Âyette başta yapıldığı, sonra tekrar edildiği bildirilen şey, Allah’ın inkârcı zalimlere ilk olarak dünyada ceza vermesi sonra âhirette cezalandırmayı tekrar etmesidir. b) Allah’ın mahlûkatı birinci defa yoktan var edip dilediklerine can vermesi, ikinci olarak onları kıyamet gününde yeniden diriltmek suretiyle hayata döndürmesidir (bu yorum için bk. Ankebût 29/19; Rûm 30/11). Buradan itibaren ceza ile ilgili olmaksızın Allah’ın isim ve sıfatları sıralandığı için meâlde ikinci yorumu tercih ettik. Taberî ise âyeti önceki konuyla bağlantılı gördüğü için birinci yorumu tercih etmiştir (bk. XXX, 88).14-16. âyetler, sûrenin başında anlatılan işkence olayıyla bağlantılı olarak değerlendirildiğinde insanoğlu zalim, inkârcı ve nankör de olsa yaptıklarına pişman olup tövbe ettiği takdirde yüce Allah’ın, ona karşı sevgi, şefkat ve merhametle muamele edeceğini, günahlarını bağışlayacağını gösterir. Çünkü O, arşın sahibidir, şanı yücedir (arş hakkında bk. A‘râf 7/54); varlıkların yönetimi ve nihaî kaderi O’nun elindedir. O, dilediğini yapan yüce bir kudrettir, verdiği hükmü kimsenin bozması mümkün değildir (Allah’ın dilediğini yapması hakkında bk. Hûd 11/107). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 593
Allah Teâlâ’nın, dilediğini yapan yüce kudretin sahibi olduğu ve yakalamasından hiç kimsenin kurtulamayacağı Firavun ve Semûd orduları (kavimleri) örneği ile anlatılarak Hz. Peygamber ve müminler teselli edilmektedir. Çünkü bu iki topluluk gerçeği inkâr etmeleri ve zulümleri sebebiyle ilâhî bir ceza neticesinde tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir (Firavun ve kavmi hakkında bk. A‘râf 7/103-136; Semûd kavmi hakkında bk. 7/73-78; Hûd 11/61-68). 19-20. âyetlerde bütün bu anlatılanlara rağmen Mekkeliler’in hâlâ inkâr içinde oldukları ve Kur’an’ın onlara yönelik uyarı dolu açıklamalarına aldırış etmedikleri için Firavun ve Semûd kavimlerinin başına gelen felâketlerin putperest Araplar için de söz konusu olduğu uyarısında bulunulmaktadır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 594
İnkârcıların “O, sihirdir, beşer sözüdür, öncekilerin efsaneleridir” gibi asılsız iddialarla inkâr ettikleri Kur’an’ın –onların bu tür iddialarının aksine– levh-i mahfûzda korunmuş Allah kelâmı ve şanı yüce Kur’an olduğu vurgulanmıştır.Sözlük anlamı “korunan levha” olan levh-i mahfûz terimi hakkında müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: a) Bütün nesne ve olaylara ilişkin ilâhî ilim ve takdirin kayıtlı bulunduğu, mahiyeti bilinmeyen kitaptır (Râzî, XXXI, 125; Kurtubî, XIX, 299; Elmalılı, VIII, 5696). b) Yedi kat göğün üzerinde bulunan ve şeytanlara yasaklanan bir levhadır (Zemahşerî, IV, 240). c) Kur’an’ın levh-i mahfûzda olduğunun belirtilmesi, onun hiçbir zaman tahrif edilmeyeceğini, her dönemde bütün keyfî ilavelerden, çıkarmalardan ve lafzî değişikliklerden korunacağını, bunun için hem ezberlenerek hem de yazılarak tedbir alındığını ifade etmektedir (Esed, III, 1255; bu konuda bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Levh-i Mahfûz”, DİA, XXVII, 151). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 594
Mekke döneminin ortalarında, müşriklerin müminlere işkence etmeye başlamaları üzerine nâzil olmuştur, yirmi iki âyettir. Fâsılası (ب، ج، ر، ط، ظ، ق) harfleridir. Adını 1. âyette geçen ve burcun çoğulu olan burûcdan alır. Sözlük anlamı “açık seçik şey” demek olan burc, uzaktan göze çarpacak şekilde yapılmış yüksek binalar, özellikle Türkçe’de kale surlarının yüksek yerleri, hisar ve kuleleri için kullanılır. Sûredeki anlamıyla gökyüzündeki takımyıldızlara burç denilmesinin asıl sebebi parlak görünüşleri olsa gerektir. Dünyadan bakıldığı zaman tek yıldızmış gibi görünen burçlar, aslında güneş sisteminin milyonlarca elemanından meydana gelmiş olan yıldız kümeleridir. Modern astronomide galaksi adı verilen burçlardan ay yörüngesi üzerinde gözlenen on iki tanesi çok eski devirlerden beri bilinmektedir. İlkçağ’ın meşhur gökbilimcisi Batlamyus gökyüzünde kırk sekiz burç tesbit etmişti. Günümüzde ise bunların sayısı milyarlarla ifade edilmektedir. Kozmos denilen kâinatta ne kadar galaksi bulunduğu hususunda tahmin yürütmek bile mümkün değildir. Çünkü gökyüzünün halen gözlenebilen kısımlarının bütün kâinat içinde ne kadar yer tuttuğu bilinmemektedir.
Sayısız galaksileriyle gökyüzü, yüce yaratanın sonsuz kudretini ortaya koyan canlı ve kevnî bir alâmettir (âyet). Bu kudretin akıllara durgunluk verecek boyutta dile geldiği yer olduğu için sûre burçlarla dolu olan semaya yemin ile başlar; vaad edilen kıyamet gününe, o günde her şeyi açık seçik görecek olanlara ve onların gözleri önünde cereyan edecek şeylere ant ile (âyet 1-3) giriş bölümünü tamamlar. Bazı müfessirlerin ifade ettiği gibi ilk âyette sözü edilen burçları yalnızca ay yörüngesi üzerindeki on iki burçtan ibaret göstermek, âyetin geniş ve şümullü mânasını daraltmak ve sınırlamak olur. Çünkü gökyüzünün bu özelliğiyle yemin konusu olması, onda dile getirilmek istenen ilâhî kudret sebebiyledir.
Bundan sonraki âyetler, hiçbir suç işlemedikleri halde yalnızca Allah’a inandıkları için ashâbü’l-uhdûd* tarafından kendilerine zulmedilen, işkenceye uğrayan, ateşle dolu hendeklere atılıp diri diri yakılan iman ehlinin hazin durumunu dile getirir. Ancak Allah bu işkence ve zulmü yapanların hepsine tevbe etmedikleri takdirde hakettikleri cezayı verecektir. Allah, uğrunda sıkıntı çekenlerin ise öcünü alacak ve onları cennetlerine koyacaktır. Asıl büyük ve ebedî kurtuluş da budur (âyet 4-11). Sûrede bundan sonra Allah’ın üstün kudretine, küfürde ısrar edenlere karşı çetin yakalamasına ve onları ansızın kuşatacağına dikkat çekilmiş, bunun yanında bağışlayıcı olduğu da hatırlatılmış, güçlerine güvenip müminlere zulmeden Firavun ve Semûd kavmi nasıl ayakta kalamayıp helâk olmuşsa onların izinden gidenleri de aynı sonucun beklediğine işaret edilmiştir (âyet 12-18). Sûre inananlara müjde veren, kâfirleri de kötü sonla tehdit eden âyetlerden sonra Kur’ân-ı Kerîm’in yüceliğini, ebedî ve değişmez özelliğini vurgulayan bir hükümle son bulur (âyet 19-22).
Sûrede müminleri ateş dolu hendeklere atıp yakan ve sonra da onları seyrederek eğlenen zâlim ve işkenceci ashâbü’l-uhdûddan söz edildiğine göre ilk müslümanlara eza ve cefa eden Mekkeli müşriklerin bunlar hakkında az çok bilgi sahibi oldukları ve bildikleri böyle bir misalle âyetlerin kendilerini uyardığı anlaşılmaktadır.
Burûc sûresi ilk bakışta Hz. Peygamber’i ve zulüm gören müslümanları teselli için gelmiş gibi görünüyorsa da maksadın yalnız ashâbü’l-uhdûd veya yalnız ilk müslümanlar olmadığı açıktır. Bâbil hükümdarları ve Roma kralları gibi XX. yüzyılda da dünyanın birçok ülkesinde inananlara uygulanan baskı ve sindirme faaliyetleri göz önüne getirilince sûrede kıyamete kadar gelip geçecek bütün inananların ortak kaderine işaret edildiği anlaşılır. Bu bakımdan Burûc sûresi, kendisinden önceki Mutaffifîn ve İnşikāk sûrelerinin devamı gibidir. Çünkü Mutaffifîn sûresi, ölçüde ve tartıda olduğu gibi yönetimde, adalet ve hukuk uygulamasında da insanlar arasında ayırım yapanların acıklı sonlarını bildirir. İnşikāk sûresi de ebedî diriliş demek olan vahyin önemini ve ona inananların kurtulacaklarını, kabul etmeyenlerin yanacaklarını haber verir. Bu sûrede ise yalnız inkâr etmekle kalmayıp inananlara kin duyan, zulüm ve haksızlık yapan, üstelik yaptıklarından pişmanlık duymak yerine bundan zevkalan din düşmanlarının durumu gözler önüne serilir.
Sûrenin faziletiyle ilgili olarak Sa‘lebî ve Vâhidî gibi bazı müfessirlerce Ubey b. Kâ‘b’dan rivayet edilen ve bazı tefsirlerde (meselâ bk. Zemahşerî, IV, 733) yer alan, “Kim Burûc sûresini okursa Allah ona dünya hayatındaki cuma ve arefe günleri sayısının on katı ecir verir” meâlindeki hadisin mevzû olduğu kabul edilmiştir (Zerkeşî, I, 432).
BİBLİYOGRAFYA:
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “brc” md.; Lisânü’l-ǾArab, “brc” md.; Taberî, Tefsîr, XXX, 81-90; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyânǾan tefsîri’l-Kurǿân, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 133, II, 171b; Vâhidî, el-Vasît, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 124, II, 928b; Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 729-733; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VIII, 518; Zerkeşî, el-Burhân, I, 432; Âlûsî, Rûhu’l-meǾânî, IX, 333; Mehmed Vehbi, Hulâsatü’l-beyân, İstanbul 1343, XVI, 89; Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5686-5696; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, İstanbul 1980, s. 670-671; Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, Beyrut 1402/1981, III, 40; Carl Sagan, Cosmos, New York 1983, s. 4; Muhammed Mahmûd es-Savvâf, Fâtihatü’l-Kurǿân ve cüzǿü ǾAmme, Cidde 1406/1985, s. 208-232.
Emin Işık
Bu sayfayı sevdiklerinle paylaşarak bize destek olmak ister misin?
TwetlePaylaşPinterestRedditTumblrLinkedin