Ana sayfa » Kur’an-ı Kerim Sureleri » Mearic Suresi
Mearic Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 44 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyetteki “elMe’âric”kelimesinden almıştır. Me’âric, yükselme yolları demektir. Sûredebaşlıca, Mekke müşriklerinin inkâr, inat ve azgınlıkları, insan tabiatının bazıyönleri, ölüm ötesi hayatın gerçekliği konu edilmektedir
İçindekiler
Mearic Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ١لِلْـكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ٢مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ٣تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ٤فَاصْبِرْ صَبْراً جَم۪يلاً٥اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداًۙ٦وَنَرٰيهُ قَر۪يباًۜ٧يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ٨وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ٩وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يماًۚ١٠
يُبَصَّرُونَهُمْۜ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَد۪ي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَن۪يهِۙ١١وَصَاحِبَتِه۪ وَاَخ۪يهِۙ١٢وَفَص۪يلَتِهِ الَّت۪ي تُـْٔو۪يهِۙ١٣وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ١٤كَلَّاۜ اِنَّهَا لَظٰىۙ١٥نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ١٦تَدْعُوا مَنْ اَدْبَرَ وَتَوَلّٰىۙ١٧وَجَمَعَ فَاَوْعٰى١٨اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعاًۙ١٩اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعاًۙ٢٠وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعاًۙ٢١اِلَّا الْمُصَلّ۪ينَۙ٢٢اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَۖ٢٣وَالَّذ۪ينَ ف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌۙ٢٤لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِۖ٢٥وَالَّذ۪ينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۖ٢٦وَالَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۚ٢٧اِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍۚ٢٨وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ٢٩اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ٣٠فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ٣١وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۖ٣٢وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَٓائِمُونَۖ٣٣وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ٣٤اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَۜ ۟٣٥فَمَالِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِع۪ينَۙ٣٦عَنِ الْيَم۪ينِۙ وَعَنِ الشِّمَالِ عِز۪ينَ٣٧اَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُدْخَلَ جَنَّةَ نَع۪يمٍۙ٣٨كَلَّاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِمَّا يَعْلَمُونَ٣٩
فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ٤٠عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ٤١فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَۙ٤٢يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ٤٣خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ٤٤
Mearic Suresi Arapça Dinle, Mearic Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.
Mearic Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Bismillahir rahmanir rahim.
Mearic Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Mearic Suresi Türkçe Meali Dinle, Mearic Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.
Mearic Suresi konusu, Meâric sûresinde kıyamet halleri, öldükten sonra dirilme, hesap gününün sıkıntıları, cehennem azabı, âhiret hayatı ve peygamberlik gibi İslâm’ın inanç esasları ele alınmaktadır. Sûrede cömertlik ve cimrilik konularından bahsedilir; müminlerin güzel vasıfları, iyi işleri ve üstün ahlâkı anlatılır; inkârcıların Hz. Peygamber’e karşı tutumları değerlendirilir.
Mushaftaki sıralamada yetmişinci, iniş sırasına göre yetmiş dokuzuncu sûredir. Hâkka sûresinden sonra, Nebe’ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 24. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet genel kabul görmemiştir (İbn Âşûr, XXIX, 152).
Mearic Suresi fazileti,
Mearic Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 567. sayfada başlar, 569. sayfada biter.
Mearic Suresi, 44 ayetten oluşur.
Mearic Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 29. cüzde yer alır.
Mearic Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 3 sayfa içinde yer alır.
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Mearic Suresi Tefsiri aşağıdadır.
“Huzuruna yükselmenin birçok yolu” diye çevirdiğimiz meâric (tekili: mi‘rec) “yükselme vasıtaları” demektir. Bazı müfessirler bu kelimeye, “meleklerin yükseldiği gökler, Allah’ın mahlûkata lutfettiği nimetlerin mertebeleri, cennetteki dereceler, mânevî ve ruhanî mertebeler” gibi açıklamalar getirmişlerdir (Elmalılı, XIII, 5352). Bir kısım müfessirler ise meârici mecaz olarak insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve O’nunla mânevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır (bk. Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186). Bizim “istedi” diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi “sormak” mânasına da geldiği için bunu “Birisi … sordu” şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur.Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu soruları soran Nadr b. Hâris idi (bk. İbn Âşûr, XXIX, 153). 2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza ile cezalandırılmalarını istemişlerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2. âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir.Müfessirlere göre 4. âyette geçen “ruh”tan maksat Cebrâil’dir; “miktarı elli bin yıl olan gün”den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süresi, kimileri de âhirette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bir görüşe göre kıyametin müddeti inkârcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Elli bin senenin, âhiret hayatının toplam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiçbirinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen “huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan” şeklindeki ifadenin ardından burada da “Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O’na yükselmektedirler” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah’a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır (V, 332; krş. Hac 22/47). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 453-454
“Uzak görüyorlar” diye çevirdiğimiz ifadeyi “imkânsız görüyorlar” şeklinde anlamak da mümkündür. Zira müşrikler öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettikleri için kıyamet, âhiret ve hesap gibi olayların gerçekleşmesini imkânsız buluyor, bunların gerçekleşeceğini haber veren Hz. Peygamber’le alay ediyorlardı. Onların bu tutumlarına karşı peygamberden sabırlı olması istenmekte, ayrıca iddia ettikleri gibi kıyamet olayının imkânsız olmadığı, yakında muhakkak gerçekleşeceği haber verilerek inkârcılar uyarılmakta, Hz. Peygamber de teselli edilmektedir.8-18. Kıyamet olayının; inkârcı ve mücrimlerin mahşer ve hesap ortamında yaşadıkları derin bunalımın, onları bu âkıbete sürükleyen başlıca kötülüklerin ve cehennem azabının kısa fakat kuşatıcı ve oldukça etkileyici bir anlatımı olan bu âyetlerde, ilâhî kudret ve hikmetin verdiği düzen içinde varlığını sürdüren gök cisimlerinin vakti gelince yine Allah’ın iradesiyle erimiş madenlere, dağların atılmış yüne, pamuğa dönüşeceği bildirilmekte; bu tasvirin ardından da insanın âkıbetinden sarsıcı bir kesit verilmektedir. Buna rağmen o gün suçlu kişinin, en değerli varlığı olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korkuya kapılacağı anlatılmaktadır. Müfessirler, burada ruh hali tasvir edilen “mücrim”in (suçlu) inkârcıları veya daha genel olarak günahkârları ifade ettiğini belirtirler.15 ve 16. âyetler cehennemin şiddetli azabını hatırlatmakta, 17 ve 18. âyetler ise oraya girenlerin bu sonuçla karşılaşmalarının başlıca sebeplerine dikkat çekmektedir ki bunlar, a) Peygamberin getirdiği hak dine, tevhid inancına sırt çevirmek, b) Servetinden muhtaçları faydalandırmamak, yani toplumda geçim sıkıntısının hafifletilmesi için üzerine düşeni yapmamaktır. Bu iki günah, yani putperestlerin tevhid davetine sırt çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip insanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur’ân-ı Kerîm’in bütününde, özellikle de Mekke’de inen sûrelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tesbite göre Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı, a) Allah’ın varlık ve birliğini tanımak, b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir. İslâm âlimleri bu iki büyük görevi kısaca “Allah’ın buyruğuna saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir. Kaynak :
O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur. Kaynak :
Dağlar da atılmış renkli yüne döner. Kaynak :
Dost dostunun halini sormaz olur. Kaynak :
Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın! Kaynak :
Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın! Kaynak :
Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın! Kaynak :
Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın! Kaynak :
Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki o (cehennem) alev alev yanan, derileri kavurup soyan bir ateştir. Kaynak :
Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki o (cehennem) alev alev yanan, derileri kavurup soyan bir ateştir. Kaynak :
Haktan yüz çevirip uzaklaşmak isteyeni ve mal toplayıp üstüne oturanı kendine çağırır. Kaynak :
Haktan yüz çevirip uzaklaşmak isteyeni ve mal toplayıp üstüne oturanı kendine çağırır. Kaynak :
“Tahammülsüz” diye çevirdiğimiz helû‘ kelimesi sözlükte “sabırsız ve bir şeye aşırı derecede düşkün” anlamlarına gelen bir sıfat olup tamahkârlık, tatminsizlik, acelecilik, sabırsızlık, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi insanların tabiatında var olan bazı olumsuz özellikleri ifade eder. 20 ve 21. âyetler bu zaafı şöyle açıklamaktadır: Başına yoksulluk, hastalık, korku vb. bir sıkıntı geldiğinde sızlanır, feryat eder ve ümitsizliğe kapılır; zenginlik, sağlık, güvenlik gibi nimet ve imkânlara kavuştuğunda ise bencilleşir, cimrileşir, eriştiği nimetleri Allah’ın bir lutfu olarak değil, kendi kudret ve gayretiyle elde ettiği varlık olarak değerlendirir; ne Allah yolunda harcamada bulunur ne de insanlara yardım eder. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 458
Bu âyetler, insanın ahlâkını yukarıda sıralanan olumsuz eğilimlerden temizlemenin veya onların etkisini kırmanın yolunu göstermektedir. Bu yol, kısaca âhiret inancıyla desteklenen güçlü bir sorumluluk duygusu geliştirmek, ibadet ve ahlâk alanında olumlu ve yapıcı davranışlar sergilemektir. Burada sıralanan davranışlar düzenli namaz kılmak, malında yoksulların hakkı bulunduğunu bilip onu ehline ödemek, âhiret kaygısı taşımak, namuslu ve iffetli olmak, emanete sadakat göstermek, şahitlikte yalan söylemekten sakınmaktır. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre bu güzel işlerle ilgili ifade tahdîdî değil tâdâdîdir, yani bunlar örneklerdir; duruma, zamana, mekâna, imkân ve şartlara göre bu ödevlerin sayısı değişebilir. Önemli olan, kişinin 19. âyetteki deyimiyle tabiatının tahammülsüzlüğünü, nankörlük ve bencilliğini yenme iradesi gösterebilmesi, ibadetler ve ahlâkî davranışlarla ilkel kusurlarını giderip kişiliğini zenginleştirmesidir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 458
Rivayete göre müşrikler sağdan soldan gruplar halinde gelip Hz. Peygamber’in etrafını sarar, başına üşüşür; onun müminlere cenneti müjdelemesini, inkârcıları da cehennem azabı ile uyarmasını işitince kendisiyle alay eder, “Muhammed’in dediği gibi bunlar cennete gireceklerse biz bunlardan daha önce gireriz!” derlerdi (Zemahşerî, IV, 159-160; Şevkânî, V, 338). İşte bu âyetler onların belirtilen davranışlarındaki çelişkiye ve Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham ettikleri halde cennete girmeyi istemelerinin ne kadar tutarsız olduğuna işaret etmektedir. Onlar peygamberle alay edince Allah Teâlâ da, “Üstelik her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor?” tarzındaki bir soru ile onları yermektedir. 39. âyetteki “asla, hayır!” anlamına gelen kellâ edatı da durumun ciddi olduğunu, müşriklerin gerçekten cennete giremeyeceklerini gösterir. “Biz onları, şu bildikleri şeyden yaratmışızdır” ifadesi ise insanın, kendisine önemsiz gibi gelen spermden yaratıldığına işaret eder; bu da onun gururlanacak bir varlık olmadığını, dolayısıyla müşriklerin kendilerini üstün görüp fakir müminleri küçümsemelerinin anlamsız olduğunu gösterir (bk. Kurtubî, XVIII, 294). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 459-460
“Doğular ve batılar” ifadesi, güneş, ay ve yıldızların doğduğu ve battığı noktalar yanında, yıl boyunca güneşin doğduğu ve battığı ufuktaki farklı noktaları da kapsar. Yüce Allah’ın bu şekilde yıldızların doğduğu ve battığı yerlere yemin etmesi O’nun evrendeki bütün yörünge hareketlerine hâkimiyetini ve sonsuz kudretini gösterir. “Onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) Bu muazzam evreni yaratan ve onun yönetimine hakim olan sonsuz kudret, inkârcıları yok edip onların yerine, kendisine iman edip emir ve yasaklarına uyan kullar da getirir, hiçbir güç buna engel olamaz. b) Bundan maksat yüce Allah’ın, insanları öldükten sonra dirilttiğinde onları dünyadaki yaratılışlarından daha sağlam ve ebedî hayata elverişli olabilecek şekilde yaratmasıdır (İbn Âşûr, XXIX, 180). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 460
Müşriklere vaad edilen günden maksat kıyamet günü olup (bk. Şevkânî, V, 339) Hz. Peygamber teselli, inkârcılar ise tehdit edilmektedir. Müşrikler inkârlarını inatla sürdürdükleri için Allah Teâlâ peygamberine artık onları kendi hallerine bırakmasını, zamanı geldiğinde inkâr ettikleri o günü göreceklerini, hatta o zaman –inkâr etmek şöyle dursun– bir hedefe koşan yarışçılar gibi kabirlerinden kalkıp koşarak hesap yerine sevkedileceklerini haber vermektedir. Ancak Hz. Peygamber ile alay ettikleri zamanki gibi şen şakrak değil, orada kibirleri kırılmış, gözlerine korku düşmüş, utançlarından başlarını kaldıracak halleri kalmamış bir halde ve derin bir üzüntü içerisinde olacaklardır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 460
Mekke döneminin ortalarında nâzil olmuştur. Kırk dört âyet olup fâsılası ا، ج، ع، ل، م، ن، هـ harfleridir. Adını üçüncü âyette geçen, “merdiven, çıkılacak yer, yükselme derecesi” anlamındaki mi‘rec (ma‘rec) kelimesinin çoğulu olan meâricden alır. Seele, Seele sâilün ve Mevâkı‘ olarak da adlandırılmıştır.
Bir önceki Hâkka sûresinde âhiret gerçeği daha çok o günün korku ve dehşeti tasvir edilerek anlatılırken Meâric sûresinde bu gerçek farklı tablolarla ortaya konulmuştur. Sûrede kıyamet ve âhiretle ilgili olarak Kur’an’ın bildirdiklerine inanmayanlara yönelik uyarılar, Allah’ın büyüklüğü, bazı kıyamet tasvirleri, inkârcı insanın menfi tabiatı ve cennetle ödüllendirilecek müminlerin belirgin vasıfları hakkında kısa açıklamalar yer almaktadır. Âyetler arasındaki münasebet sebebiyle sûrenin tamamının bir defada indiği söylenebilir.
Sûrenin muhtevasını üç bölümde ele almak mümkündür. Birinci bölüm (âyet 1-21), tehdit edildikleri azap hakkında inkârcıların Hz. Peygamber’e yönelttikleri sorulara cevap niteliği taşıyan âyetlerle başlar ve azabı hiçbir gücün engelleyemeyeceği ifade edilir. Tefsir kaynaklarının çoğunda kabul edilen görüşe göre bu ilk âyetler Mekke müşriklerinden Nadr b. Hâris’in, “Ey Allah, eğer bu senin tarafından gelmiş bir hak kitap ise hemen üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver” (el-Enfâl 8/32) demesi üzerine nâzil olmuştur (Vâhidî, s. 250; İbnü’l-Cevzî, VIII, 357). Diğer bir rivayete göre ise Resûl-i Ekrem müşrikleri Allah’ın azabıyla korkutunca onların, “Muhammed’e sorun, bu azap kime isabet edecekmiş?” demeleri üzerine bu âyetler indirilmiştir. Allah’ı “zü’l-meâric” olarak tavsif eden ifadedeki (âyet 3) meâric kelimesinin “gökler, bol lutuf ve nimetler, cennette Allah’ın sevdiklerine vereceği dereceler” şeklinde farklı anlamları olduğu belirtilmektedir (Fahreddin er-Râzî, XXX, 122). Bu bölümde daha sonra Allah’ın bildirdiği azabın mutlaka geleceği, buna karşı konulamayacağı bildirilir ve azabın gerçekleşeceği günün dehşeti etkileyici bir üslûpla tasvir edilir. O gün herkesin yalnız kendisiyle meşgul olacağı, hiçbir dostun bir başka dosta yardım edemeyeceği, suçluların kendilerini kurtarmak için en yakınlarını bile gözden çıkaracağı bildirilir. İnsanın doymak bilmeyen bir mal hırsına ve bencillik duygusuna sahip olduğunu belirten ifadeler (âyet 18-21), özellikle o dönemdeki Mekke toplumunda bu durumun ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir.
İkinci bölüm (âyet 22-35), müminlerin aşırı hırs ve bencilliklerini aşmalarını sağlayan, böylece onlara ahlâkî bir olgunluk kazandıran bazı üstün özelliklerini ve davranışlarını ortaya koyan âyetlerle başlamaktadır. Bunlar düzenli namaz kılma, mallarında ihtiyaç sahiplerinin hakları bulunduğunun bilincinde olma, âhiret gününe inanma, namus ve iffetini koruma, emanete riayet etme, verilen sözlere sadık kalma, şahitlikte dürüst davranma şeklinde sıralanmakta, bu özelliklere sahip olanların cennetle ödüllendirileceği belirtilmektedir. Diğer taraftan bu âyetler Mekke dönemindeki ilk müslümanların iman, ahlâk ve ibadet konularındaki duyarlılıklarını yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Zenginlerin mallarında ihtiyaç sahipleri için belirli bir hakkın bulunduğunu bildiren 24-25. âyetlerdeki “hak” kelimesiyle zekâtın kastedildiğini ileri sürenler olmuşsa da aralarında Mücâhid’in yer aldığı bazı âlimler, sûrenin indiği dönemde henüz zekâtın farz kılınmadığını dikkate alarak âyetlerde zekâtın dışındaki malî yardımların kastedildiğini söylemişlerdir (Kurtubî, XVIII, 291).
Sûrenin üçüncü bölümünde (âyet 36-44) inkârcıların Hz. Peygamber’e doğru koşarak başına üşüşmeleri ve ondan duyduklarını hayretle karşılayıp alaylı tarzda birbirleriyle konuşmaları kınanmaktadır. Bu bölümde yer alan, “Onlardan her biri cennete gireceğini mi umuyor?” meâlindeki 38. âyet, müşriklerin Resûl-i Ekrem’i dikkatle dinlememeleri ve söyledikleriyle alay ederek birbirlerine, “Muhammed’in dediği gibi eğer şunlar cennete girecekse muhakkak ki biz onlardan önce gireriz” demeleri üzerine nâzil olmuştur (Vâhidî, s. 250). Sûrenin son âyetlerinde Hz. Peygamber’i teselli eden bir üslûpla inkârcıların âhirette içine düşecekleri acıklı ve alçaltıcı durum anlatılmaktadır.
Meâric sûresinin faziletiyle ilgili olarak bazı kaynaklarda yer alan, “Allah Seele sâilün sûresini okuyan kimseye emanetlerini ve ahidlerini gözeten kimselerin sevabını verir” şeklindeki hadisin (meselâ bk. Zemahşerî, IV, 160) sahih olmadığı belirtilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 724).
BİBLİYOGRAFYA:
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿarc” md.; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, Kahire 1379/1959, s. 250; Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 156-160; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, VIII, 357; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXX, 121-133; Kurtubî, el-CâmiǾ, XVIII, 278-297; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408, II, 724; Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5347-5364; Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân (trc. Muhammed Han Kayanî v.dğr.), İstanbul 1987, VI, 416-425; Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân (trc. Salih Uçan v.dğr.), İstanbul 1991, X, 171-189.
Kâmil Yaşaroğlu
Bu sayfayı sevdiklerinle paylaşarak bize destek olmak ister misin?
TwetlePaylaşPinterestRedditTumblrLinkedin