Ana sayfa » Kur’an-ı Kerim Sureleri » Tarık Suresi
Tarık Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 17 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “et-Târık”kelimesinden almıştır. Târık, şiddetle çarpan, vuran, gece gelen şey demektir.
İçindekiler
Tarık Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالسَّمَٓاءِ وَالطَّارِقِۙ١وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُۙ٢اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُۙ٣اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌۜ٤فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَۜ٥خُلِقَ مِنْ مَٓاءٍ دَافِقٍۙ٦يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَٓائِبِۜ٧اِنَّهُ عَلٰى رَجْعِه۪ لَقَادِرٌۜ٨يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ٩فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍۜ١٠وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الرَّجْعِۙ١١وَالْاَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِۙ١٢اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌۙ١٣وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِۜ١٤اِنَّهُمْ يَك۪يدُونَ كَيْداًۙ١٥وَاَك۪يدُ كَيْداًۚ١٦فَمَهِّلِ الْـكَافِر۪ينَ اَمْهِلْهُمْ رُوَيْداً١٧
Tarık Suresi Arapça Dinle, Tarık Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.
Tarık Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Bismillahir rahmanir rahim.
Tarık Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Tarık Suresi Türkçe Meali Dinle, Tarık Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.
Tarık Suresi konusu, Sûrede insanın yaratılışı, yapıp ettiklerinin kaydedildiği, öldükten sonra dirilmesi, Kur’an’ın muhtevasının ciddiyet ve önemi, inkârcıların tuzaklarının er geç bozulacağı gibi konulara yer verilmiştir.
Mushaftaki sıralamada seksen altıncı, iniş sırasına göre otuz altıncı sûredir. Beled sûresinden sonra, Kamer sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Tarık Suresi fazileti,
Tarık Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 590. sayfada yer alır.
Tarık Suresi, 17 ayetten oluşur.
Tarık Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 30. cüzde yer alır.
Tarık Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 1 sayfa içinde yer alır.
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Tarık Suresi Tefsiri aşağıdadır.
“Gece çakıp görünen” şeklinde çevirdiğimiz târık, sözlükte “gece gelen, kapı çalan, şiddetle vuran” anlamlarına gelir. Yıldızlar gece görünüp gündüz kaybolduğu için onlara da târık denmiştir. Müfessirler buradaki târıkın özel bir yıldız mı yoksa genel anlamda yıldız mı olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerse de (bk. Zemahşerî, IV, 240-241; Şevkânî, V, 486-487) ışığı gecenin karanlığını delip yeryüzüne ulaştığı için 3. âyette “delen yıldız” anlamında “en-necmü’s-sâkıb” tamlamasıyla tarif etmişlerdir. Bu tariften târıkın genel anlamda yıldız olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyetlerde söze, göğe ve yıldıza yemin edilerek başlanmasının sebebi, 4. âyette belirtilen asıl konunun, yani insanın dünyadaki hayatının daima bir denetleyicinin, koruyucunun kontrolünde olduğu gerçeğinin önemine dikkat çekmektir.“Yıldızlarla da insanlar yollarını bulurlar” (Nahl 16/16) meâlindeki âyetin mecazi anlamından hareketle târık, “mânevî semadan gelip vicdana işleyen ve zihinlere nakşedilerek insanı içindeki ve dışındaki karanlıklardan çıkarıp aydınlatan ilâhî irşatlar” olarak da yorumlanmıştır (bk. Elmalılı, VIII, 5699). 4. âyette “gözetleyen” diye çevirdiğimiz hâfız kelimesini bazı müfessirler, “Oysa sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var” (İnfitâr 82/10-11) meâlindeki âyetleri dikkate alarak “insanın yaptığı hayır ve şerri kaydeden yazıcı melekler” diye tefsir ederken (Zemahşerî, IV, 241; Elmalılı, VIII, 5701), bazıları da “Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır” (Ra‘d 13/11) âyetlerine dayanarak musibetlere karşı insanları koruyan muhafız melekler olarak tefsir eder (İbn Kesîr, VIII, 396). Bununla birlikte hâfız kelimesini, “meleklerin yapıp ettiklerini de kontrol eden ve bilen”, “her şeyin koruyucusu” (Hûd 11/57), “her şeyi hakkıyla gözeten” (Ahzâb 33/52) ve “her şeye şahit olan” (Mâide 5/117) Allah’tır diye yorumlamak da mümkündür. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 596-597
Öldükten sonra dirilmeyi ve âhiret hayatını inkâr eden insanın, kendi yaratılışına bakarak ibret alması ve âhiret olayını buna göre değerlendirmesi istenmektedir. “O su, bel ve göğüs kafesi arasından çıkar” diye çevirdiğimiz 7. âyeti müfessirlerin çoğunluğu, “erkeğin bel kemiği ile kadının kaburga kemiğinden çıkar” şeklinde yorumlamışlardır (Taberî, XXX, 92-93; İbn Kesîr, VIII, 396). Hz. Peygamber’in “Erkek ve kadından hangisinin suyu üstün gelirse çocuk ona benzer” (Müslim, “Hayz”, 33) anlamındaki hadisi de bu ikili işlevi ifade eder. Zira hadis çocuğun, eşlerin her ikisinin “suyunun” birleşmesinden yani sperm ile onun döllediği yumurtadan meydana geldiğini gösterir. Kur’an, buna “katışık (karışımlardan oluşan) meni” anlamında nutfetün emşâc (İnsan 76/2) demektedir. Biz 7. âyetin ilgili kısmını “bel ve göğüs kafesi” diye çevirmeyi uygun bulduk. Çünkü göğüs kafesi içinde akciğer ve kalp, bel kemiğinin (omurga) içinde ise omurilik vardır. Bu kemikler hem vücudun sınırlarını çizer gibidir hem de en hayatî organları içinde barındırmaktadır. Âyette bunlar zikredilerek insan vücudu kastedilmiş, meni ve yumurtanın kadın ve erkek vücudunda oluştuğuna, çocuğun da bunların birleşmesi sonucunda, var oluşunun ilk aşamasına girdiğine işaret edilmiştir (yaratılış safhaları için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-14; Gåfir 40/67; Kıyâmet 75/36-39; Alak 96/1-2). 8. âyette insanı yukarıda anlatılan meniden yaratıp mükemmel bir varlık haline getiren yüce yaratıcının onu öldükten sonra diriltmeye de kadir olduğu vurgulu bir şekilde ifade edilmektedir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt :5 Sayfa: 597-598
“Sırlar”dan maksat kişinin özel defterine kaydedilmiş olan amelleri, “sırların ortaya döküleceği gün” ise kıyamet günüdür (bk. Şevkânî, V, 489). 9. âyet kıyamet gününde insanların inançları, niyetleri, sırları ve bütünüyle yapıp ettiklerinin ortaya çıkacağını ve bunlardan Allah’ın huzurunda sorgulanacağını; 10. âyet ise âhirette insanın kendisini Allah’ın hükmettiği cezaya karşı koruyacak bir gücü ve yardımcısının bulunmayacağını ifade etmektedir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt :5 Sayfa: 598
Semanın sıfatı olup “dönüşlü” anlamına gelen zâti’r-rec‘ ifadesini müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) “Yağmur veya yağmur yüklü bulutları olan” demektir. Buna göre “dönüşlü sema” ibaresi, göğün buharlaşma yoluyla yerden aldığı suları yağmura çevirip yere geri döndürmesini, sürekli tekrar eden bu dönüşümü ifade eder (bk. Zemahşerî, IV, 242). b) Gökte bulunan yıldızlar, güneş ve ayın tekrar tekrar batıp doğmalarını anlatır (İbn Kesîr, VIII, 397). Meâlde bu yorum tercih edilmiştir.“Bitkiyle yarılan yer” ifadesi, incecik ve yumuşak filizlerin sert toprakları yararak yerin üzerine çıkmasındaki olağan üstülüğe dikkat çekmektedir. Âyetlerde bu muhteşem olayların gerçekleştiği gök ve yere yemin edilerek bunlar nasıl gerçek ise ve yüce Allah’ın kudretinin tecellileri ise Kur’an’ın da aynı şekilde gerçek olduğu, Allah’ın kelâm sıfatının tecellisi olduğu anlatılmaktadır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt :5 Sayfa: 598-599
Mekke döneminin ilk yarısında nâzil olmuş, adını ilk âyette geçen “târık” (parlak yıldız) kelimesinden almıştır. Diğer bazı sûrelerde olduğu gibi Târık sûresi başlangıç kelimeleriyle de (ve’s-Semâi ve’t-târık) anılır. Âyet sayısı on yedi olup fâsılası “ا، ب، ظ، ع، ق، ل” harfleridir. İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Hz. Peygamber’in, amcası Ebû Tâlib ile oturduğu bir sırada bir yıldız kaymasıyla ortalığı aydınlık kaplamış, Ebû Tâlib endişe ile, “Bu nedir?” diye sormuş, Resûlullah da, “Allah’ın dikkat çekici işaretlerinden biri olan salıverilmiş bir yıldızdır” cevabını vermiş, Ebû Tâlib’i şaşırtan bu olay üzerine Târık sûresi nâzil olmuştur (Vâhidî, s. 453; Kurtubî, XX, 3).
Târık sûresinde her mükellefin bir gün Allah’ın huzurunda hesap vereceği inancı pekiştirilmekte, dolayısıyla kişinin yaratana ve yaratılmışlara karşı görevlerini samimiyet ve hakkaniyetle yerine getirme bilinci canlandırılmaktır. Sûre göğe ve karanlıkları delip ortalığı aydınlatan yıldıza yeminle başlar ve yine yeminle güçlendirilen ifadenin vurguladığı gerçek, “Hiçbir insan yoktur ki üzerinde yapıp ettiklerini tesbit eden bir görevli melek bulunmasın” şeklinde belirtilir (âyet: 1-4). Ardından Allah’ın yoktan yaratmadaki engin kudretine bizzat insanın dünyaya gelişinden, bu oluşuma aracı olan anne ile babanın zâhirî katkısından söz edilir; buna kādir olan Allah’ın insanın ikinci yaratılışına da elbette güç yetireceği bildirilir. Bütün sırların ortaya döküleceği o günde kişinin herhangi bir gücü olmayacağı gibi hiçbir yardımcısının da bulunmayacağı ifade edilir (âyet: 5-10). Sûrenin bundan sonraki yedi âyetinde, çeşitli meteorolojik olaylara sahne olan gök ile bağrından bitkiler çıkaran yere yemin edilerek Kur’an’ın ciddiyetten uzak bir söz değil doğruyu yanlıştan ayıran ilâhî bir beyan olduğu, dolayısıyla haber verdiği hususların mutlaka gerçekleşeceği vurgulanır. İnkârcıların gerçeklere ve onları benimseyenlere karşı tuzak kurdukları, Allah’ın da bu fiillerine karşılık vereceği bildirildikten sonra Resûlullah’a hitap edilerek kâfirleri kendi hallerine bırakması ve eninde sonunda mağlûp olacakları muhakkak olan o inkârcılara biraz daha zaman tanıması istenir.
Sûre Mekke müşriklerinin müslümanlara eziyet etmeye başladıkları, bazı müslümanların ülkelerini terketmeye mecbur kaldıkları bir dönemde nâzil olmuştur. Aslında o gün -belki de her dönemde- İslâm karşıtları evreni yaratan ve yöneten yüce varlığın tek Tanrı olduğunu kabul ediyor, fakat âhirette O’nun huzurunda hesap vereceklerine inanmıyorlardı. Târık sûresi kısa ve etkili cümlelerle hesap gününü vurgulamakta, her insanın ölümüyle kendisi için başlayacak olan bu ikinci hayatın hiç de uzakta olmadığı belirtilmektedir. Sûrenin son âyetinden çıkarılabilecek bu mânanın yanında Mekke müşriklerinin yakın bir gelecekte yenilgiye uğrayacakları yolunda bir yorum yapılması da mümkün görünmektedir. Nitekim sûrenin gelişinden yaklaşık on beş yıl sonra Mekke şehri İslâm ordusu tarafından fethedilmiş ve müşrik varlığına son verilmiştir.
Târık sûresinin muhteva bakımından, benzeri diğer peygamberlerin vahiylerinde bulunmayan, Hz. Peygamber’e has mufassal sûreler grubu içinde yer aldığı bilinmektedir (İbrâhim Ali, s. 224-227). Resûlullah, nübüvvetin 10. yılında halkını İslâm’a davet etmek için gittiği Tâif’teki tebliğ faaliyetleri sırasında Târık sûresini okumuş, Medine döneminde mahallesindeki camide cemaatle namaz kıldıran Muâz b. Cebel’in Fâtiha’dan sonra uzun sûrelerden okuması bazı sahâbîlere ağır gelmiş, bu durum Hz. Peygamber’e bildirilince Muâz’a Târık, Şems, Leyl gibi kısa sûreler okumasını emretmiştir (İbn Kesîr, VII, 264; Şevkânî, V, 406). “Allah Teâlâ Târık sûresini okuyan kimseye gökteki her yıldıza karşılık on sevap verir” meâlindeki hadisin (Zemahşerî, VI, 355; Beyzâvî, IV, 406) mevzû olduğu belirtilmiştir (Zemahşerî, I, 684-685 [nâşirlerin notu]; Muhammed et-Trablusî, II, 726).
Yarım sayfadan ibaret olan Târık sûresi insanın yaratılışına, ayrıca meteorolojik değişikliklerle yer arasındaki ilişkiler neticesinde yeryüzünün canlı hayatına elverişli hale gelmesine dair âyetlerinin ayrıntılı biçimde yorumlanmasıyla Elmalılı Muhammed Hamdi’nin tefsirinde otuz beş sayfalık bir yer tutmuştur (VII, 5698-5733). Michel Cuypers’in Kur’ân-ı Kerîm’in 85. sûresinden itibaren altı sûrenin edebî özellikleri üzerinde yaptığı bir çalışmada Târık sûresi geniş yer işgal etmiştir (bk. bibl.). İbn Hâleveyh, İǾrâbü ŝelâŝîne sûre adlı eserine Târık sûresiyle başladığından eseri kaynaklarda eŧ-Ŧârıķıyyât, eŧ-Ŧârıķıyye diye de anılır (DİA, XX, 15).
BİBLİYOGRAFYA:
Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. İsâm b. Abdülmuhsin el-Humeydân), Beyrut 1411/1991, s. 453; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, I, 684-685 [nâşirlerin notu]; VI, 355; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-CâmiǾ li-aĥkâmi’l-Ķurǿân, Beyrut 1408/1988, XX, 3; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 406; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1385/1966, VII, 264; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 726; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Kahire 1351, V, 406; Elmalılı, Hak Dini, VII, 5698-5733; Hüseyin Tural, “İbn Hâleveyh”, DİA, XX, 15; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâǿilü süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 224-227; Seyyid Muhammed Hüseynî – Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i eŧ-Ŧârıķ”, DMT, IX, 407; M. Cuypers, “Structures rhétoriques des sourates 85 à 90”, AIsl., XXXV (2001), s. 40-48.
Bekir Topaloğlu
Bu sayfayı sevdiklerinle paylaşarak bize destek olmak ister misin?
TwetlePaylaşPinterestRedditTumblrLinkedin