Suresi.com.tr

Ana sayfa » » Zariyat Suresi

Zariyat Suresi

Zariyat Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 60 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “ez-zâriyât” kelimesinden almıştır. Zâriyât, esip savuran rüzgârlar demektir. Sûrede başlıca, öldükten sonra hesap için toplanma, inkârcıların ahirette karşılaşacakları azap, mü’minlere verilecek mükâfatlar, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren kevni deliller konu edilmektedir.

İçindekiler

Zariyat Suresi Arapça Oku

Zariyat Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.

Zariyat Suresi Arapça 1. Sayfa

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواًۙ١فَالْحَامِلَاتِ وِقْراًۙ٢فَالْجَارِيَاتِ يُسْراًۙ٣فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ٤اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ٥وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ٦

Zariyat Suresi Arapça 2. Sayfa

وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْحُبُكِۙ٧اِنَّكُمْ لَف۪ي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍۙ٨يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ اُفِكَۜ٩قُتِلَ الْخَرَّاصُونَۙ١٠اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ١١يَسْـَٔلُونَ اَيَّانَ يَوْمُ الدّ۪ينِۜ١٢يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ١٣ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْۜ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ١٤اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ١٥اٰخِذ۪ينَ مَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُحْسِن۪ينَۜ١٦كَانُوا قَل۪يلاً مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ١٧وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ١٨وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ١٩وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ٢٠وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ٢١وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ٢٢فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ۟٢٣هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ٢٤اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ٢٥فَرَاغَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ فَجَٓاءَ بِعِجْلٍ سَم۪ينٍۙ٢٦فَقَرَّبَهُٓ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۘ٢٧فَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْۜ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ٢٨فَاَقْبَلَتِ امْرَاَتُهُ ف۪ي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَق۪يمٌ٢٩قَالُوا كَذٰلِكِۙ قَالَ رَبُّكِۜ اِنَّهُ هُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ٣٠

Zariyat Suresi Arapça 3. Sayfa

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ٣١قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ٣٢لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ٣٣مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ٣٤فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ٣٥فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ٣٦وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ٣٧وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ٣٨فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ٣٩فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ٤٠وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ٤١مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ٤٢وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ٤٣فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ٤٤فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ٤٥وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟٤٦وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ٤٧وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ٤٨وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ٤٩فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ٥٠وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ٥١

Zariyat Suresi Arapça 4. Sayfa

كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ٥٢اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ٥٣فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ٥٤وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ٥٥وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ٥٦مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ٥٧اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ٥٨فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ٥٩فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ٦٠

Zariyat Suresi Arapça Dinle

Zariyat Suresi Arapça Dinle, Zariyat Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.

Zariyat Suresi Türkçe Oku

Zariyat Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.

    Zariyat Suresi Türkçe 1. Sayfa

    Bismillahir rahmanir rahim.

  1. Vez zariyati zerven.
  2. Fel hamilati vıkren.
  3. Fel cariyati yusren.
  4. Fel mukassimati, emren.
  5. İnnema tuadune le sadikun.
  6. Ve inned dine le vakıu.
  7. Zariyat Suresi Türkçe 2. Sayfa

  8. Ves semai zatil hubuki.
  9. İnnekum le fi kavlin muhtelifin.
  10. Yu’feku anhu men ufik.
  11. Kutilel harrasune.
  12. Ellezine hum fi gamretin sahune.
  13. Yes’elune eyyane yevmud din.
  14. Yevme hum alen nari yuftenune.
  15. Zuku fitnetekum, hazellezi kuntum bihi testa’cilun.
  16. İnnel muttekine fi cennatin ve uyunin.
  17. Ahizine ma atahum rabbuhum, innehum kanu kable zalike muhsinin.
  18. Kanu kalilen minel leyli ma yehceun.
  19. Ve bil esharihum yestağfirune.
  20. Ve fi emvalihim hakkun lis saili vel mahrumi.
  21. Ve fil ardı ayatun lil mukınine.
  22. Ve fi enfusikum, e fe la tubsirun.
  23. Ve fis semai rızkukum ve ma tuadun.
  24. Fe ve rabbis semai vel ardı innehu le hakkun misle ma ennekum tentıkun.
  25. Hel etake hadisu dayfi ibrahimel mukremin.
  26. İz dehalu aleyhi fe kalu selama, kale selam, kavmun munkerun.
  27. Fe raga ila ehlihi fe cae bi iclin seminin.
  28. Fe karrebehu ileyhim kale e la te’kulun.
  29. Fe evcese minhum hifeh, kalu la tehaf, ve beşşeruhu bi gulamin alim.
  30. Fe akbeletimreetuhu fi sarretin fe sakket vecheha ve kalet acuzun akimun.
  31. Kalu kezaliki kale rabbuk, innehu huvel hakimul alimu.
  32. Zariyat Suresi Türkçe 3. Sayfa

  33. Kale fe ma hatbukum eyyuhel murselun.
  34. Kalu inna ursilna ila kavmin mucrimine.
  35. Li nursile aleyhim hıcareten min tinin.
  36. Musevvemeten inde rabbike lil musrifin.
  37. Fe ahrecna men kane fiha minel mu’minin.
  38. Fe ma vecedna fiha gayre beytin minel muslimin.
  39. Ve terekna fiha ayeten lillezine yahafunel azabel elim.
  40. Ve fi musa iz erselnahu ila fir’avne bi sultanin mubinin.
  41. Fe tevella bi ruknihi ve kale sahırun ev mecnunun.
  42. Fe ehaznahu ve cunudehu fe nebeznahum fil yemmi ve huve mulim.
  43. Ve fi adin iz erselna aleyhimur rihal akim.
  44. Ma tezeru min şey’in etet aleyhi illa cealethu ker remim.
  45. Ve fi semude iz kile lehum temetteu hatta hinin.
  46. Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus saikatu ve hum yanzurun.
  47. Fe mestetau min kıyamin ve ma kanu muntesirine.
  48. Ve kavme nuhın min kabl, inne hum kanu kavmen fasıkin.
  49. Ves semae beneynaha bi eydin ve inna le musiun.
  50. Vel arda fereşnaha fe ni’mel mahidun.
  51. Ve min kulli şey’in halakna zevceyni leallekum tezekkerun.
  52. Fe firru ilallah, inni lekum minhu nezirun mubin.
  53. Ve la tec’alu meallahi ilahen ahar, inni lekum minhu nezirun mubin.
  54. Zariyat Suresi Türkçe 4. Sayfa

  55. Kezalike ma etellezine min kablihim min resulin illa kalu sahırun ev mecnun.
  56. E tevasav bih, bel hum kavmun tagun.
  57. Fe tevelle anhum fe ma ente bi melum.
  58. Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu’minin.
  59. Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’budun.
  60. Ma uridu minhum min rızkın ve ma uridu en yut’imuni.
  61. İnnallahe huver rezzaku zul kuvvetil metin.
  62. Fe inne lillezine zalemu zenuben misle zenubi ashabihim fe la yesta’ciluni.
  63. Fe veylun lillezine keferu min yevmihimullezi yuadun.

Zariyat Suresi Türkçe Meali Oku

Zariyat Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.

    Zariyat Suresi Türkçe Meali 1. Sayfa

    Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

  1. O tozdurup savuranlara.
  2. Bir ağırlık taşıyan (bulut)lara
  3. Kolaylıkla akıp giden (gemi)lere
  4. Bir iş bölümü yapan (melek)lere yemin ederim ki,
  5. muhakkak o size va’dolunan mutlaka doğrudur.
  6. Ve muhakkak ceza ve mükafat gerçekleşecektir.
  7. Zariyat Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa

  8. O düzgün yollara sahip göğe yemin ederim ki,
  9. siz pek çelişkili bir söz içindesiniz.
  10. Ondan çevrilen çevrilir.
  11. O kahrolası yalancılar.
  12. O sarhoşluk içinde yaptığını bilmezler.
  13. Soruyorlar: “Ne zaman o ceza günü?” diye.
  14. Ateş üzerinde kıvranacaklan gün.
  15. Tadın cezanızı! Budur işte o sizin acele istedığiniz!
  16. Şüphesiz ki, takva sahipleri, cennetlerde pınar başlarındadırlar,
  17. Rablerinin kendilerine verdiğini alarak. Çünkü onlar, bundan önce güzel davranmayı adet edinmışlerdi.
  18. Geceleyin pek az uyurlardı.
  19. Seher vakitlerinde hep bağışlanma dilerlerdi.
  20. Mallarında dilenen ve yoksul için bir hak vardı.
  21. Yeryüzünde inanç sahipleri için birçok ibretler vardır;
  22. kendinizde de; hala görmeyecek misiniz?
  23. Gökte de rızkınız ve o va’dolunduğunuz (var).
  24. İşte o göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, o şüphesiz gerçektir; tıpkı sizin konuşmanız gibi.
  25. İbrahim’in ikram edilen konuklarının haberi geldi mi sana?
  26. Yanına girdikleri vakit: “Selam!” dediler. O da: “Selam! Görülmedik bir topluluk” dedi.
  27. Hemen bir bahane ile ailesine gidip semiz bir dana getirdi.
  28. Onu yakınlarına koyarak: “Yemeğe buyurmaz mısınız?” dedi.
  29. Onlardan ötürü içine bir korku düştü. “Korkma!” dediler ve kendisine bilgili bir oğlan müjdelediler.
  30. Bunun üzerine karısı bir çığlık içinde döndü, elini yüzüne çarptı ve: “Kısır bir kocakarı (çocuk mu doğurur)? dedi.
  31. Onlar: “Öyle, Rabbin buyurdu. Şüphesiz hikmet sahibi O, herşeyi bilen O.” dediler.
  32. Zariyat Suresi Türkçe Meali 3. Sayfa

  33. İbrahim: “O halde asıl göreviniz nedir ey elçiler?” dedi.
  34. Dediler: “Biz suçlu bir kavme gönderildik;
  35. Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için,
  36. (her biri) sınırı aşmış olanlar için Rabbinin nezdinde damgalanmışlardır.”
  37. Nihayet orada bulunan müminleri çıkardık,
  38. Fakat Biz orada bir evden başka müslüman da bulamadık.
  39. Ve orada acı bir azaptan korkacak için bir ibret bıraktık.
  40. Bir de Musa’da (ibret verici deliller vardır) ki, onu açık bir delille Firavun’a gönderdik de,
  41. o bütün kuvvetiyle tersine gitti: “Bu bir sihirbaz veya delidir!” dedi.
  42. Bunun üzerine Biz de tuttuk kendisini ve ordularını denize fırlatıverdik o alçak namertlik ederken.
  43. Bir de Ad’da (ibret verici deliller vardır) ki, üzerlerine köklerini kesen rüzgarı göndermiştik.
  44. (O rüzgar) uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu çürütüp kül gibi ediyordu.
  45. Bir de Semud’da (ibret verici deliller vardır) ki, onlara: “Bir süreye kadar istifade edin.” denilmişti de,
  46. Rablerinin emrinden azgınlık ettiler (dışarı çıktılar), bu yüzden bakınıp dururlarken yıldırım kendilerini yakalayıverdi.
  47. O vakit bir kalkınmaya da güç yetiremediler bir yardım da görmediler.
  48. Daha önce de Nuh kavmini (helak ettik). Çünkü onlar hep yoldan çıkmış birer topluluk idiler.
  49. Bir de göğe bakın! Biz onu kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki Biz onu genişletmeye de malikiz.
  50. Yeryüzünü döşedik; bakınız Biz ne güzel döşeriz.
  51. Hem her şeyden iki çift yarattık ki, düşünesiniz.
  52. “O halde hemen Allah’a kaçın; haberiniz olsun ki, ben size ondan gelen açık bir uyarıcıyım.
  53. Allah’la beraber başka bir tanrı uydurmayın; haberiniz olsun ki ben size ondan gelen açık bir uyarıcıyım.”
  54. Zariyat Suresi Türkçe Meali 4. Sayfa

  55. Böyle, onlardan öncekiler bir peygamber gelince muhakkak: “Ya sihirbaz, ya delidir” dediler.
  56. Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler! Hayır, onlar azgın kavimler.
  57. Onun için onlardan yüz çevir, artık sen kınanacak değilsin!
  58. Bununla beraber öğüt vermeye devam et; çünkü öğüt müminlere fayda verir.
  59. Ben cinleri ve insanlan ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.
  60. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.
  61. Şüphesiz Allah, rızık veren, sarsılmaz kuvvet sahibi O’dur.
  62. Onun için muhakkak o zulmedenlere arkadaşlarının payı gibi, dolgun bir pay vardır, şimdi onu acele istemesinler!
  63. Artık o tehdit edildikleri günlerin azabından vay o küfredenlere!

Zariyat Suresi Türkçe Meali Dinle

Zariyat Suresi Türkçe Meali Dinle, Zariyat Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna basın.

Zariyat Suresi Konusu

Zariyat Suresi konusu, Sûrenin ana konusu öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, yaratılmışlar içinde irade sahibi olma özelliğini taşıyanların, bir imtihan alanı olan dünya hayatını yaratılış amaçlarına uygun biçimde geçirip geçirmedikleri hususunda sorgulanacakları yargı gününden kaçış bulunmadığını ve bu yargılama sonunda herkesin bu dünyada yapıp ettiğinin olumlu olumsuz sonuçlarını mutlaka göreceğini ortaya koymaktır. Bu konu işlenirken, Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından ve insanlara lutfettiği imkânlardan örnekler, önceki bazı inkârcı toplumların başına gelen felâketlerden kesitler verilmekte; bu arada Hz. Peygamber’in ve onun yolunu izleyen müminlerin dini tebliğ ederken nasıl bir tavır takınmaları gerektiğine ışık tutulmaktadır.

Zariyat Suresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada elli birinci, iniş sırasına göre altmış yedinci sûredir. Ahkåf sûresinden sonra, Gaşiye sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Zariyat Suresi Fazileti

Zariyat Suresi fazileti,

Zariyat Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Zariyat Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?

Zariyat Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 519. sayfada başlar, 522. sayfada biter.

Zariyat Suresi kaç ayettir?

Zariyat Suresi, 60 ayetten oluşur.

Zariyat Suresi hangi cüzde yer alır?

Zariyat Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 26. cüzde başlar, 27. cüzde biter.

Zariyat Suresi kaç sayfadır?

Zariyat Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 4 sayfa içinde yer alır.

Zariyat Suresi Tefsiri

Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Zariyat Suresi Tefsiri aşağıdadır.

Zariyat Suresi 1-6. Ayet Tefsiri

İlk dört âyette dört grup varlık veya olaya yemin edildikten sonra 5 ve 6. âyetlerde hesap gününün geleceğinden şüphe edilmemesi istenmektedir. Burada çoğul kalıbında sıfat fiiller kullanılarak üzerine yemin edilenler (zâriyât, hâmilât, câriyât, mukassimât) hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır.İlk âyette geçen zâriyât kelimesi, “savuran, kırıp ufalayan, tozu dumana katan” anlamlarına gelmektedir. Müfessirlerin hâkim kanaati, burada bu kelimeyle rüzgârların kastedildiği yönündedir. Kehf sûresinin 45. âyetinde, “rüzgârın savurduğu” anlamına gelen cümlede aynı kökten türetilmiş olan “tezrû” fiilinin, rüzgârın sağladığı etki hakkında kullanılmış olması ve –aşağıda geleceği üzere– Hz. Ali’den nakledilen bir söz bu görüşü destekler niteliktedir. Ayrıca, bu kelime “volkanları püskürten,mahlûkatı kırıp geçiren ve etrafa yayan melekler”, “barut, dinamit vb. sonradan keşfedilmiş ve edilecek şiddetli patlama ve tahrip maddeleri”, “zürriyetin çoğalıp yayılmasına vasıta olan doğurgan kadınlar” yahut daha genel bir ifadeyle, “yaratılmışların hareketini sağlayan her türlü itici güç” gibi mânalarla da açıklanmıştır. 2. âyet lafzî olarak “bir yük, bir ağırlık taşıyanlar, yüklenenler” mânasına gelmektedir. Önceki âyette “rüzgârlar” anlamının benimsenmesi müfessirleri, bu âyeti “yağmur yüklü bulutlar” veya “bulutları taşıyan rüzgârlar” şeklinde anlamaya yöneltmiştir. İbn Abbas ve başka bazı âlimlerin yorumu, “insan ve eşya yüklü gemiler” şeklindedir. Bir grup âlim ise âyetin, bunların yanı sıra “gebe dişiler” mânasını da içerdiği kanaatindedir. 3. âyette sözü edilen “kolayca akıp gidenler”den maksadın “gemiler” olduğu yorumu yaygındır (muasır eserlerde gemilerin yanı sıra tren, otomobil gibi ulaşım araçlarından da söz edilir). Bununla birlikte “rüzgârın sürüklediği bulutlar” ve “yörüngesinde hareket eden yıldızlar” mânaları da verilmiştir. 4. âyette, daha önce sayılanları yöneten; rızık, doğum, ölüm vb. diğer konularda da Allah’ın buyruklarını uygulayan ve gerekli üleştirmeyi yapan meleklerin kastedildiği kanaati hâkimdir (Taberî, XXVI, 185-188; İbn Atıyye, V, 171-172; Beyzâvî, VI, 73; Elmalılı, VI, 4527).Zemahşerî ve Râzî ilk dört âyette sayılanların ayrı şeyler ya da aynı şeyin farklı nitelikleri olabileceğini belirtirler. Hz. Ali’den nakledilen bir söz birinci ihtimali desteklemektedir. Bu rivayette âyetlerde geçen sıfat fiillerin özneleri sırasıyla şöyle açıklanmıştır: Rüzgârlar, bulutlar, gemiler, rızıkları taksim eden melekler. Burada aynı şeyin farklı niteliklerine yani rüzgâr çeşitlerine değinildiği ihtimaline göre yapılan ve Râzî tarafından daha güçlü bulunan yoruma göre ise bu âyetlerde geçen kelimelerin anlamları şöyledir: 1. Zâriyât: Başlangıçta bulutları oluşturan rüzgârlar, 2. Hâmilât: Su buharı halindeki bulutları –ki bunlar dağlardan daha ağır yüklerdir– taşıyan rüzgârlar, 3. Câriyât: Bu yüklü bulutları sürükleyen rüzgârlar, 4. Mukassimât: Yağmurları değişik yerlere dağıtan rüzgârlar (Zemahşerî, IV, 26; Râzî, XXVIII, 195).Müfessirler Kur’an’daki kasemlerin (yeminler) amacı konusunda yeri geldikçe çeşitli izahlar yapmış olmakla beraber bu konuyu bütüncül bir bakışla inceleyen fazla eser bulunmadığı görülmektedir. İbn Kayyim el-Cevziyye’nin et-Tibyân fî aksâmi’l-Kur’ân isimli eseri dışında eski âlimlerin bu konuda müstakil eserine rastlamadığını belirten muasır Hindistan âlimlerinden Abdülhamîd el-Ferâhî, bu eseri ve Râzî’nin Mefâtîhu’l-gayb’ındaki açıklamaları da dikkate alarak Nizâmü’l-Kur’ân ve Te’vîlü’l-Furkån bi’l-Furkån adlı tefsirine bu konuda değerli bir mukaddime yazmıştır. Abdülhamîd el-Ferâhî, İm‘ân fî Aksâmi’l-Kur’ân adlı kitabında (Dımaşk – Beyrut 1994), her bir yemin ifadesine ait özel açıklamaları tefsirdeki yerlerine bırakarak konuyu ana çizgileri içinde incelemektedir. Özellikle İbn Kayyim ve Râzî’nin bu konudaki görüşlerini tahlil eden, yeminin tarihi ve insanların yemine ihtiyacı hususuna örnekleriyle değinen, bu arada Araplar’ın yeminlerinde üzerine yemin edilene veya muhataba değer verme yahut bizzat yemin edenin mertebesinin yüceliğine dikkat çekme mânasının bulunduğuna, bazan da yalan yere yemin edenin lânete uğraması telakkisine dayanıldığına dair örnekler veren müellif, daha çok şu hususların altını çizmektedir: Kasemin mahiyeti ve amacı “delâletler”dir, yani belirli mânaları göstermektir. Kur’an’da kasemin asıl amacı tâzim (yüceltme) değildir; ancak bazı kasemlerden bu mâna anlaşılır. Yeminde “muksem bih”in (üzerine yemin edilenin) bulunması bile şart değildir, dolayısıyla muksem bih zikredilmeyince bir şeyler takdir etmek gerekmez ve yemini, mutlaka üzerine yemin edilen bir şeyin tâzimi gözetiliyormuş gibi yorumlamak doğru olmaz. Yeminde asıl amaç, yemin edenin sözü pekiştirmesi, bir şeyi yapıp yapmamayı kendisine gerekli kılıcı bir azim ve kararlılık izhar etmesidir (bu konuda ayrıca bk. Râzî, XXVIII, 193-194; İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Tibyân fî Aksâmi’l-Kur’an, notlarla neşreden: Tâhâ Yûsuf Şahin, Beyrut 1982; Sadık Kılıç, Yemin Olsun ki, İstanbul 1996).Bu âyetlerde, muhatapların dikkatini çekecek ve üzerinde düşünmelerini sağlayacak bir tarzda yemin edilerek konunun ciddiyetine vurgu yapıldığı açıktır (İbn Atıyye, V, 171). Bu olağan üstü düzen ve dengeyi kurmaya kadir olan yüce Allah’ın vaad edilen ba‘s olayını yani insanların öldükten sonra diriltilmelerini gerçekleştirmeye de muktedir olduğuna işaret edilmektedir (Beyzâvî, VI, 74). İbn Âşûr’un da belirttiği üzere, burada mevsufları (nitelenenleri) açıklanmaksızın çok önemli ve üstün nitelikler üzerine yemin edildiğine göre bu âyetler, belirtilen sıfatlara elverişli pek çok mevsufu düşünmeye imkân veren çok ince bir icâz (özlü anlatım) özelliği taşımaktadır (XXVI, 336). Öte yandan, kanaatimizce, yerin ve göğün önemine birkaç defa değinen (bk. 7, 20, 23, 47, 48. âyetler) bu sûrenin 22. âyetinde, “Rızkınız ve size vaad edilenler göktedir” buyurulması, ilk dört âyette de insan için hayatî önem taşıyan bazı yasalara, özellikle birtakım atmosfer olaylarına ve biyosferdeki değişkenlere, ayrıca bunların ilâhî iradeye uygun olarak gerçekleştirilmesinde görevli meleklere işaret edildiği ihtimalini güçlendirmektedir. Müfessirlerin çoğu, –sûrenin genel üslûbunu, son âyetinde inkârcıların haşir günüyle tehdit edildiklerini ve özellikle 8. âyette müşriklere hitap edildiğini göz önüne alarak– 5. âyette de inkârcılara hitap edildiği, burada yer alan “size vaad edilen” anlamındaki ifadeyle öldükten sonra diriltilecekleri uyarısına değinildiği, 6. âyetteki “dîn” kelimesiyle de onlara verilecek cezanın kastedildiği yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 26; İbn Atıyye, V, 172; Râzî, XXVIII, 196-197). 5. âyette bütün insanlara hitap edildiği, dolayısıyla hem mükâfat müjdelerinin (vaad) hem de ceza uyarılarının (vaîd) gerçekleri ifade ettiğine, 6. âyette de dünyada yapılanların olumlu veya olumsuz karşılığının verileceği yargılama gününün mutlaka geleceğine işaret edildiği kanaatini taşıyanlar da vardır (Taberî, XXVI, 188-189; Hâzin, VI, 74; Şevkânî, V, 96). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 118-121

Zariyat Suresi 7-14. Ayet Tefsiri

Kâinattaki muhteşem düzenin bir parçası olan göğün bâriz bir özelliği üzerine yemin edilerek inkârcılar tutarlı düşünmeye davet edilmektedir. Ardından, evrenin bir yaratıcısı olduğunu kabul ettikleri halde, sıra O’nun çağrısına uymaya gelince dürüst davranmayan, bunu geleneklerine ve çıkarlarına aykırı gördükleri için peygambere ve onun bildirimlerinde merkezî bir yere sahip olan hesap gününe inanmaya yaklaşmayan yalancı ve gafillerin âhirette karşılaşacakları azabın ne kadar çetin olacağına dair bir tasvire yer verilmektedir.Astronomi yazarları, gökyüzünü incelemek ve amatör bir astronom olmak için –genellikle sanılanın aksine– bir teleskopumuzun olması gerekmediğini hatırlatıp başlangıçta gereken tek şeyin gözlerimiz ve açık bir gökyüzü olduğunu belirtirler. Bu hususta özel bir konuma sahip olan Kur’an’ın ilk muhatapları için gökyüzünü gözlemek günlük hayatın tabii bir parçasını oluşturuyordu. Yılın büyük bir kısmında gökyüzünün berrak olması, güneş ve yağmur gibi etkenlerden korunma zamanları dışında hayatın genellikle açık mekânlarda geçmesi onları özellikle geceleri gökyüzünü ve gök cisimlerini dikkatle incelemeye yöneltiyordu. Nitekim Arap edebiyatında bu durumun etkileri açık biçimde görülmektedir. İşte Mekke döneminde inen birçok sûrede olduğu gibi burada da bazı önemli uyarılar yapılırken 7. âyette göğe yemin edilmiş ve muhatapların bunlar üzerinde daha bir dikkatli düşünmeleri gerektiği ima edilmiştir. Kuşkusuz bu imkân belirli bir dönemin ve coğrafyanın insanlarıyla sınırlı olmayıp Kur’an’ın verdiği ipuçlarından yola çıkacak herkes için ve özellikle bilimsel bilgiye erişme kolaylığına sahip olanlar için fazlasıyla mevcuttur.7. âyette göğün sıfatı olarak geçen, “Alanları ayrılmış yıldız kümeleri ile dolu” diye tercüme ettiğimiz zâtü’l-hubük tamlaması değişik şekillerde açıklanmıştır. Bu tamlamada geçen hubük kelimesinin kök anlamı “sıkı bağlayıp sağlamlaştırmak; kumaşı sıkı, sağlam ve güzel bir biçimde dokumak”tır. Hubük, “habîke” veya “hıbâk”ın çoğuludur. Birincisi, “özenle ve sanatkârâne dokunmuş, yol yol, hâreli kumaş” demektir. Hıbâk da “rüzgârın tatlı esintisiyle denizde veya kumda meydana gelen dalga ve kıvrım” anlamına gelir. Saçların çok kıvırcık olması veya ondüle yapılması sebebiyle görülen dalgalanmalar için de (“hıbâk”ın çoğulu olan) “hubük” kelimesi kullanılır. Halkaları yol yol örüldüğünden dolayı zırh bu kökten gelen “mahbûke” sıfatıyla nitelenir. Çoğu müfessirler bu kelimenin “hâreli, yol yol, örgülü” anlamı içermesinden dolayı göğün sıfatı olan zâtü’l-hubük tamlamasına “düzgün yollara sahip” mânasını vermişlerdir. Bu gruptaki müfessirlerin bir kısmı bu ifadeyi yıldızların yörüngeleri, gökyüzünde yıldızlar sebebiyle oluşan şekiller veya galaksiler (gök adaları) şeklinde yorumlarken, bir kısmı da bununla irfana götüren; yüce yaratıcının birlik, kudret, ilim ve hikmetine delâlet eden yolların kastedildiği yorumunu yapmıştır. Sahâbe ve tâbiîn dönemi müfessirlerinin birçoğu ise bu tamlamaya, “düzgün ve güzel yaratılışlı” ve “sağlam yapılı” anlamlarını vermişlerdir. Bazıları da hubükten maksadın yıldızlar olduğu ve bunların göğü bir nakış gibi süslediğine işaret edildiği kanaatindedir. Bütün bu yorumlar dikkate alınarak 7 ve 8. âyetlerin içerdiği mesaj şöyle ifade edilebilir: Türlü gök cisimleri, sistemleri ve bunlara ait hareket düzenleriyle semâ çok sağlam, ince ve sanatkârane bir denge içermekte, akıl almaz bir âhenk içinde varlığını koruyan bu çeşitlilik ve güzellikler kuşkusuz tek bir kudreti işaretlemektedir. Şu halde insanlara yaraşan da farklılık ve çoklukların içinden birliğe ulaşabilmek, birbirini tutmayan söz ve davranışlardan kaçınmak, bunun tabii sonucu da yalnız ve yalnız tek Tanrı’ya kulluk etmektir. Dikkat edilmelidir ki 8. âyette tenkit edilen ve kınanan husus, farklı metotlar izlemek ve farklı görüşlere sahip olmak değil, müşriklerin bir yandan göklerin ve yerin Allah tarafından yaratıldığını söylerken diğer yandan putlara tapmaları, bir yandan öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederken diğer yandan putların ileride kendilerine şefaat edeceklerini umarak ölüm sonrası hayatı kabul anlamına gelen bazı tavır ve uygulamalar içinde olmaları, bir yandan Resûlullah’ın güvenilirliğini, erdemlerini kabul ederken diğer yandan onu vahiy alma konusunda yalancılıkla suçlamaları; üstelik bunu yaparken onun için şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun gibi, Kur’an için de şiir, sihir ve eskilerin masalları gibi çelişkili iddialar ileri sürmeleridir. Bazı ilk dönem müfessirleri burada mümin olsun kâfir olsun bütün insanlara hitap edildiği ve bu ifadenin, “Kiminiz iman, kiminiz inkâr ediyor, kiminiz doğru buluyor, kiminiz yalan sayıyor” mânasına geldiği kanaatindedirler (Taberî, XXVI, 189-191; Zemahşerî, IV, 26-27; İbn Atıyye, V, 172-173; Râzî, XXVIII, 197-198; Elmalılı, VI, 4528-4529).9. âyetin “doğru yoldan” şeklinde tercüme edilen ve lafzan “ondan” anlamına gelen “anhü” kısmı için değişik yorumlar yapılmıştır. Genel kabule göre buradaki “o” zamiri, Kur’an, Hz. Peygamber veya onun haber verdiği kıyamet gününün yerini tutmaktadır. Bu takdirde âyetin açıklaması şöyle olur: Hidayet çağrısına kulak tıkayan ve gönlünü kapatanlar, ön yargılı düşünenler doğru yoldan yüz çevirirler, bu sebeple hidayete eremezler. Meâlde bu yorum esas alınarak, “Çarpık düşünceli olanlar doğru yoldan başkasına yönelirler” şeklinde bir tercüme yapılmıştır. Diğer bir anlayışa göre zamir önceki âyette eleştirilen çelişkili tutumu belirtmektedir. Bu durumda mâna şöyle olur: Gönlünü hidayet çağrısına kapatmayanlar o çelişkili tutumdan çevrilir, kendilerine iman nasip olur. İbn Atıyye bu yorumu güzel bulmakla beraber âyetteki “efeke” fiilinin daima iyiden kötüye dönmeyi belirtmek için kullanıldığını hatırlatarak bunun Arap dilindeki kullanıma uygun olmadığını ifade eder (Zemahşerî, IV, 27; İbn Atıyye, V, 172-173). Burada çelişkili söz ve tavırlardan yüz çeviren, onlara kulak asmayan müminler için bir övgü bulunduğu yorumu da yapılmıştır (Râzî, XXVIII, 198); ancak İbn Atıyye’nin uyarısı bu yorum açısından da geçerlidir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 121-124

Zariyat Suresi 15-19. Ayet Tefsiri

Takvâ sahiplerinin âhirette erişecekleri mutlulukların kısa tasvirine yer verilmekte ve onların bu güzelliklere lâyık görülmelerinde etkili olan bazı özelliklerine değinilmektedir.16. âyetin, “rablerinin kendilerine verdiklerini alarak” diye çevrilen kısmı genellikle, “âhirette Allah Teâlâ’nın kendilerine lutfedeceği mükâfat ve nimetlerden memnun ve mutlu olarak” mânasıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 27-28). Bu kısım için “dünyadayken rablerinin buyruk ve yasaklarına uyarak” yorumu da yapılmıştır; fakat bu yorum sözün akışına uygun değildir (İbn Atıyye, V, 174; başka yorumlar için bk. Râzî, XXVIII, 200-201).17-18. âyetlerde geceleri ibadetle geçirmenin değeri üzerinde durulmaktadır. Bazı âyetlerde belirtildiği üzere, vücudun dinlenmesini sağlayan uyku, yüce Allah’ın insanlara bir lutfudur ve O’nun kudretini gösteren kanıtlardandır (bk. Furkån 25/47; Rûm 30/23; Nebe’ 78/9). Buna karşılık Hz. Peygamber, aşırı uykuyu, buna yol açan sebepler ve vakit israfı olması dolayısıyla hoş karşılamamıştır. Aşırı uyku getiren sebeplerden biri de çok yemektir ki bunun sağlık açısından ne kadar zararlı olduğu açıktır. Öte yandan Resûl-i Ekrem kendini ibadete verme adına sağlığını tehlikeye atanları ve başkalarına, özellikle ailelerine karşı görevlerini ihmal edenleri de uyarmıştır (Buhârî, “Nikâh”, 1; Müslim, “Sıyâm”, 177). Bu hususlar göz önüne alındığında 17. âyetten uykunun yerildiği anlamı çıkmaz. Burada, kulluk şuurunu açık tutma ve vakitlerini olabildiğince tefekkür ve ibadetle değerlendirme gayreti içinde olan müminlerin övüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu sûrenin indiği sıkıntılı dönemde müslümanlar için cemaatle düzenli ibadet imkânı bulunmuyor, daha çok geceleri huzur içinde kendilerini ibadet ve tefekküre verebiliyorlardı. Önceki yaşantılarına göre yepyeni birer kimlik kazanan bu dönemdeki müminler için, hem Resûlullah’ın en yakın dava arkadaşları olmaları hem de çevrelerinden gelen baskı ve eziyetler karşısında mânevî dirençlerini koruyabilmeleri açısından geceleri olabildiğince ibadetle ve yeni dinin duyurulmasını sağlayacak hazırlık çalışmalarıyla geçirmek özel bir önem taşıyordu. Nitekim Hz. Peygamber’in –yukarıda işaret edilen– gece ibadetinde normal sınırın aşılmamasıyla ilgili ikazları Medine dönemine rastlamaktadır (seher vaktinin özelliği hakkında bk. Âl-i İmrân 3/17).19. âyette, Kur’an’ın Allah’a kulluğun, O’nu tâzim etmenin yanında yarattıklarına da şefkat gösterme şeklinde anlaşılması gerektiği yönündeki ısrarlı tavrının bir örneği görülmekte; övgüye lâyık müminlerin, Allah’ın yüceliğini hiç hatırdan çıkarmaksızın O’ndan bağışlanmayı dileme özelliklerinin hemen ardından yardımseverliklerine değinilmektedir. “Yardım isteyen” ve “yoksul” diye çevirdiğimiz sâil ve mahrûm kelimelerinin anlamı hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Yaygın yoruma göre sâil ihtiyacını belli eden hatta yardım talebinde bulunan, mahrûm ise ihtiyaç içinde olduğu halde istemekten çekinen ve ar duygusu, halini belli etmesine engel olan kimsedir. Birinci kelimeyle insanların, ikincisiyle ise can taşıyan diğer varlıkların kastedildiği tarzında bir yorum da vardır ki bu yorum, insanların yanı sıra diğer canlıların haklarına, özellikle hayvan haklarına dikkat çekmesi açısından ilginçtir (başka izahlarla birlikte bk. Râzî, XXVIII, 205-207; Şevkânî, V, 98). Burada müminleri, Medine döneminde konacak malî vecîbe hükümlerine hazırlayıcı gönüllü bir ödeme söz konusu olmakla beraber, malî gücü yerinde olanların, bu yardımları kendilerinin bir lutfu olarak görmemeleri için yapılacak yardımın muhtaçlara ödenmesi gereken bir “hak” olduğunu belirten bir ifade kullanılmıştır. Hatta bazı âlimler burada da zekât vecîbesini yerine getirenlerin övüldüğü kanaatindedirler. Şu var ki bu yorumda “zekât” kelimesi, nisabı, nisbeti ve harcama yerleri dinen belirlenmiş bir malî yükümlülük anlamında kullanılmamıştır; zira bu anlamıyla zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/59-60, özellikle 103). Öte yandan Medine döneminde zekâtla ilgili olarak yapılan miktar belirlemelerinin normal durumlarda geçerli olduğuna, miktarlardan söz etmeksizin “zenginin, fazlası olanın malında yoksulun hakkı bulunduğu”nu ifade eden âyetlerin, kıtlık, kriz, felâket gibi olağan üstü durumlarda zekâtın belirlenmiş miktarlarını ödemenin kişiyi sorumluluktan kurtaramayacağına işaret ettiğine de dikkat edilmelidir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 124-125

Zariyat Suresi 20-21. Ayet Tefsiri

Kur’ân-ı Kerîm insanın kendi varlık sebebi üzerinde düşünmesi için bazan ayrıntılara inerek bazan da genel bakış sağlayarak onu ilâhî kudretin evrendeki işaretlerine dikkatle bakmaya davet eder. Bu işaretleri iki ana grupta toplamak mümkündür: İnsanın kendi varlığındakiler ve dış âlemdekiler (özellikle bk. Fussılet 41/53). Cenâb-ı Allah’ın şuurlu varlıkları yaratmasındaki temel gayenin kendisine kulluk etmeleri olduğuna dair kapsamlı bir açıklamaya yer verilen bu sûrede de (bk. 56. âyet), aklını vicdanının kontrolü altında çalıştırabilen, muhâkeme gücünü iyi niyetle kullanabilen insanlar hem kendilerindeki hem de yeryüzündeki sayısız kanıtlar üzerinde düşünmeye çağırılmaktadır. 20. âyette geçen ve “sağlam düşünce ve inanç sahipleri” diye çevirdiğimiz mûkınîn kelimesini müfessirler genellikle “ibret gözüyle bakıp sağlam bir düşünce ile kesin bir inanca ulaşanlar yahut bu yolla inançlarını pekiştirenler” şeklinde anlamışlardır. Zemahşerî bu bakışla iman arasındaki ilişkiyi özetle şöyle açıklar: Bunlar, kesin delile dayalı ve gerçeğe ulaştıran doğru yolu izleyen muvahhidlerdir (Allah’ın birliğine inananlar). Çünkü onlar basiret sahibidirler, ibret gözüyle ve derinlere nüfuz eden bir anlayışla bakarlar; bir kanıt gördüklerinde onun üzerinde nasıl fikir yürütüleceğini bilirler ve imanlarına iman katarlar (Taberî, XXVI, 204; Zemahşerî, IV, 28; İbn Atıyye, V, 175). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 126

Zariyat Suresi 22. Ayet Tefsiri

“Gökteki rızık” konusunda ilk hatıra gelen şey, yağışların ve güneş ışığının dünyadaki hayatiyetin sürdürülmesine etkileridir. Müfessirler daha çok yağışın önemi üzerinde durmuşlardır. Bazıları bunu kazâ ve kader şeklinde de yorumlamıştır. Âyetin “size vaad edilenler” diye çevirdiğimiz kısmı Kur’an’ın kendine özgü ifade özelliklerinden olup hem “müjdelendikleriniz” hem de “tehdit edilip uyarıldıklarınız” anlamıyla açıklanabilir. Birinci izah insanlar için göklerde birçok imkân ve nimet bulunduğu sonucuna götürür; ikinci izah ise nimet ve rızkın yanında birçok cezanın da göklerden geldiğini ve gelebileceğini gösterir. Bu ifade “cennet ve cehennem”, “hayır ve şer” ve “kıyametin kopması” gibi mânalarla da açıklanmıştır (Taberî, XXVI, 205-206; İbn Atıyye, V, 176; İbn Âşûr, XXVI, 354-355; bu konudaki âyetlere toplu bir bakış için bk. Celâl Yeniçeri, Uzay Âyetleri Tefsiri, İstanbul 1995, s. 406-416). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 126

Zariyat Suresi 23. Ayet Tefsiri

Yüce Allah vahiy ile bildirilenlerin ne kadar gerçek olduğuna yemin ederken, insanların bunu iyice kavramaları için en yakınlarındaki bir hakikati, onların temel özelliklerinden olan konuşma yeteneğini örnek göstermiştir. Âyetin sonunda fiil halinde geçen “nutk” kavramı, “konuşma” yanında “düşünme” anlamını da içermekte olup doğru düşünmenin yöntemlerini gösteren mantık terimi de bu kökten gelmektedir. Şu halde buradaki yemin ifadesinin, konuşan varlık olmanın aynı zamanda muhakeme eden ve gözlemlediklerinden sonuçlar çıkaran varlık anlamına geldiği bilincini taşıyan ve bunun gereğini yerine getiren insanların onuruna onur kattığı söylenebilir. Nitekim Resûlullah’tan rivayet edilen bir hadiste, âyetteki yemine rağmen konumunun ve kendisine verilen değerin şuuruna varamayan ve O’nu inkârda direnen kimseler ağır bir dille eleştirilmiştir (bk. Taberî, XXVI, 206-207; İbn Atıyye, V, 176-177, bu söz Arap diline yapılmış bir atıf gibi de düşünülmüştür). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 127

Zariyat Suresi 24-37. Ayet Tefsiri

Daha önce nâzil olan Hûd ve Hicr sûrelerinde, Hz. İbrâhim’e insan kılığında meleklerin gelmesi, kendisi ve hanımı çok yaşlı oldukları halde, onlara bir oğul müjdelemeleri, ardından da Hz. Lût’un kavmini cezalandırmak üzere gönderildiklerini açıklamaları olayı; yine bu sûrelerde ve A‘râf sûresinde Lût kavminin acı âkıbeti anlatılmıştı (bk. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/69-83; Hicr 15/51-77). Bu âyetlerde bazı detay farklarıyla aynı konuya yer verilmesi, 38-40. âyetlerde Firavun ve adamlarının, 41-46. âyetlerde de başka bazı kavimlerin başına gelenlere kısa kısa değinilmesi, bir taraftan gösterilen açık kanıtlara rağmen taşkınlıklarını ve müslümanlara eziyetlerini gittikçe arttıran müşrikler için bir uyarı, diğer taraftan da Resûl-i Ekrem ve ona gönülden bağlanan müminler için bir teselli anlamı taşımaktadır. Burada kıssanın misafir ağırlama bölümü, Allah Teâlâ’nın umulmadık bir anda ve biçimde, dilediği kullarını sıkıntıdan kurtarabileceğinin, bağnaz inkârcıları da kötü âkıbete çarptırabileceğinin anlaşılmasına ışık tutmaktadır (Râzî, XXVIII, 210). Kur’an’ın bir kıssaya “Sana ulaştı mı?” şeklinde bir soruyla başlaması, o olayın önemine dikkat çektiğini ve Resûlullah’ın onu ancak vahiy yoluyla bilebildiğini gösteren bir anlatım üslûbudur (Zemahşerî, IV, 28; İbn Âşûr, XXVI, 357). Misafirlerin melek oluşu ve kelimenin kök anlamları dikkate alınarak 24. âyette geçen mükremîn kelimesi “değerli” diye çevrilmiştir. Bu kelimenin “ikram edilenler” anlamını esas alan müfessirler bununla, bizzat Hz. İbrâhim ve eşinin misafirlere ikramda bulunup hizmet ettiklerine işaret edildiğini belirtirler (Taberî, XXVI, 207); fakat Allah Teâlâ katında ikrama mazhar oldukları için böyle nitelenmiş de olabilirler (İbn Atıyye, V, 177). 25. âyetin “(İçinden) ‘bunlar hiç de tanıdık kimseler değil’ demişti” diye tercüme edilen kısmı “(Onlara) ‘sizi tanımıyoruz, yabancısınız herhalde?’ demişti” şeklinde de anlaşılmıştır (başka yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVI, 208; Zemahşerî, IV, 29-30). 26. âyette kullanılan râğa fiili daha çok, “sözünü bitirir bitirmez, etrafındakilere belli etmeden bulunduğu yerden acele ayrılma”yı ifade eder (İbn Atıyye, V, 177). Olayın akışı dikkate alındığında Hz. İbrâhim farkına varılmayacak şekilde oradan ayrılması değil, gidiş sebebini belli etmeden yani onlara ikram hazırlığı gerekçesini açıklamadan müsaade almış olması muhtemeldir. Bu sebeple meâlde “belli etmeden … gitti” denmiştir. Hûd sûresinin 69. âyetinde belirtildiği üzere, getirdiği buzağı kızartılmıştı. 27 ve 28. âyetlerde elçilerin yemeğe el sürmemeleri sebebiyle Hz. İbrâhim’in endişelenmeye başladığı belirtilmektedir. Hûd sûresinin 70. âyetinde bu husus daha açık biçimde ifade edilmiştir. Bu sebeple müfessirlerin bir kısmı, “Buyurmaz mısınız?” diye çevrilen cümleyi de onların yemediklerini farketmesi üzerine söylediğini düşünmüşler ve “Niçin yemiyorsunuz ki?” şeklinde anlamışlardır. Kitâb-ı Mukaddes’te ise onların kendileri için hazırlanan yemeği yedikleri yazılıdır (bk. Tekvin, 18/8). Geleneğe göre misafirin kendisine ikram edilen yemeği yememesi hasmâne düşünceler taşıdığının işareti sayılıyordu. Bazı müfessirler Hz.İbrâhim’in endişesinin bu sebebe dayandığı kanaatindedir (İbn Atıyye, V, 178); İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre ise Hz. İbrâhim’in endişesi onların melek olduğunu sezmiş ve azap ile görevli olarak geldiklerini düşünmüş olmasından kaynaklanmıştı (Zemahşerî, IV, 30). 29. âyette Hz. İbrâhim’in eşinin verilen haber (çocuk müjdesi) karşısındaki tepkisi tasvir edilirken kullanılan kelimelerle ilgili değişik açıklamalar yapılmıştır; bunlar, şaşkınlığını ifade eden bir ses çıkarması ve mahcubiyet içinde yahut hayretinden dolayı elleriyle yüzünü kapatmaya çalışması veya yüzüne vurması şeklinde özetlenebilir. Âyetin “heyecanla bağırarak” diye çevrilen kısmına, “Nazik bir edâ ile oraya geldi, yaklaştı” mânasını verenler de olmuştur (Zemahşerî, IV, 30; İbn Atıyye, V, 178; Şevkânî, V, 102). Lafzan “Yaşlı ve kısır bir kadın!” anlamına gelen hayret ifadesinin ögeleri iki türlü tamamlanarak açıklanmıştır: a) “Ben yaşlı ve kısır bir kadınım!”, b) “Yaşlı ve kısır bir kadın nasıl doğurabilir ki!” (İbn Atıyye, V, 178). Bir kısım müfessirler bu âyetlerdeki anlatım tarzıyla, misafire hemen geliş sebebini sormayıp önce ikramda bulunma, ikram hazırlığını belli etmeden yapma, olabildiğince en iyi ikramda bulunma, nezaketle buyur etme gibi misafir ağırlama âdâbı ile ilgili bazı kurallara işaret edildiği kanaatine ulaşmışlardır (Zemahşerî, IV, 30; Râzî, XXVIII, 213-214). 35-37. âyetler meleklerin Hz. İbrâhim’le konuşmalarının devamı olmayıp burada olayla ilgili ek bir bilgi verilmektedir. 35. âyetin başında yer alan ve meâlde “derken” şeklinde karşılık verdiğimiz “fâ” harfi, meleklerin Hz. İbrâhim’le yapılan konuşmadan sonra burada belirtilen noktaya kadar geçen ve Hûd sûresinde anlatılan gelişmelere gönderme yapma anlamı içerir (İbn Âşûr, XXVII, 7). Kaynak :

Zariyat Suresi 38-40. Ayet Tefsiri

İlk âyetteki sultân kelimesi bu bağlamda “açık kanıt” anlamına gelmektedir (İbn Atıyye, V, 179) ve bununla Hz. Mûsâ’nın Firavun’un önünde sergilediği mûcizeler kastedilmektedir (İbn Âşûr, XXVII, 10). 39. âyetin “saltanatı sebebiyle” diye çevrilen kısmı, daha çok “sahip olduğu bütün güçleri, askerlerini, iktidarı elinde bulunduruyor olmayı kullanarak” veya “var gücüyle” mânalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 31; İbn Atıyye, V, 179-180). 40. âyetin son cümlesi –meâlde tercih edilen mânaya göre– Firavun’un can verirken duyduğu pişmanlığa işaret etmektedir (krş. Yûnus 10/90-92). Müfessirlerin bir kısmı bu cümleyi, “O, kınanacak işler yapmaktaydı” şeklinde anlamışlardır ki, bu takdirde Firavun’un daha önce yaptığı kötülüklere işaret edilmiş olur (Taberî, XXVII, 3-4; Firavun ve Hz. Mûsâ’nın ona karşı mücadelesi hakkında bk. A‘râf 7/103 vd.; Yûnus 10/75-93; Kasas 28/31-32). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 131-132

Zariyat Suresi 41-46. Ayet Tefsiri

Âd Hûd peygamberin, Semûd da Sâlih peygamberin kavminin adı olup Kur’ân-ı Kerîm’de bu toplumların ve Nûh kavminin yapılan bütün ilâhî uyarıları hafife almaları ve inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle helâk edilmelerine değişik vesilelerle dikkat çekilmiştir (Âd hakkında bk. A‘râf 7/65-72; Hûd 11/50-60; Semûd hakkında bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68; Nûh kavmi hakkında bk. A‘râf 7/59-64; Yûnus 10/71-74; Hûd 11/25-49). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 132

Zariyat Suresi 47-51. Ayet Tefsiri

İlk üç âyette Cenâb-ı Allah’ın sonsuz kudretini gösteren ve her an yakın çevremizde gözlemleyebildiğimiz üç çeşit kanıta değinilmekte, 50-51. âyetlerde de bunlardan çıkarılması gereken sonuç peygamberinin dilinden bir uyarı tarzında ifade edilmektedir: Başka kaçacak, sığınılacak yer yoktur, yalnız Allah’a sığınmak, O’nun gösterdiği yolda yürümek gerekir; O’nun yanında başka tanrılar uydurmak akıl ve iz‘an sahibi varlıklara yaraşmaz.47. âyette geçen eyd kelimesinin “kuvvet, kudret” veya “eller” mânalarına göre değişik yorumlar yapılmıştır; bu yorumlar, göğün muhteşem yapısı ve düzeninin yüce Allah’ın kudretine bağlı olduğunu ifade etme noktasında birleşir (Râzî, XXVIII, 226). “Şüphesiz biz genişletmekteyiz” diye çevrilen cümle için yapılan başlıca yorumlar şunlardır: a) Biz vüs’at yani genişlik ve kudret sahibiyiz; semadaki bu ihtişamı sağlamakla kudretimizden bir şey eksildiği sanılmamalıdır, dilesek daha da genişletiriz. Bakara sûresinin 255 ve Kaf sûresinin 38. âyetlerindeki içerik ve üslûp bu mânayı çağrıştırmaktadır. b) Hiçbir şeye muhtaç olmadığımız gibi nimetleri bol bol ihsan eden de biziz; sıkıntıları giderir, darda kalanlara genişlik veririz (Şevkânî, V, 105; Elmalılı, VI, 4542-4543). c) Evreni genişletmekteyiz. Bu yorum daha çok, uzay cisimlerinin birbirinden uzaklaştığı ve aralarındaki mesafenin gitgide arttığı yönündeki bilimsel tesbitten hareketle ortaya konan “genişleme teorisi” ışığında yapılmıştır (bk. Celal Kırca, s. 62-63; eski dönemlerin âlimlerinden bu yorumu destekleyen bazı açıklamalar için bk. Celâl Yeniçeri, s. 110-115). Gök kelimesinin Kur’an’daki kullanımları dikkate alınarak genişletilen şey, bu ve benzeri bağlamlarda “evren” (Esed, III, 1070-1071), “dünyanın dışındaki bütün kâinat” (Celal Kırca, s. 62) anlamlarında yorumlanabilmektedir. Râzî göğün binaya ve yerin döşeğe benzetilmesini, göğün ana yapısında değişme olmamasına, yerin ise genişleme-daralma, denizlerinin karaya dönüşmesi gibi değişkenliklere açık olmasına bağlar (XXVIII, 225-226; göklerin ve yerin yaratılması hakkında bk. Bakara 2/22, 29).Müfessirler “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok “gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. Taberî bunu “Cenâb-ı Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması” şeklinde anlamanın uygun olacağı kanaatindedir. Yine Taberî’nin izahına göre burada esas amaç Allah’ın yaratma sıfatına dikkat çekmektir. O’nun yaratmasını –meselâ ateşin yakma özelliği gibi– tek sonuçlu olarak algılamamak gerekir, O dilediği her şeyi dilediği biçimde yaratma gücüne sahiptir (XXVII, 8-9). Elmalılı, bu konudaki görüşleri özetledikten sonra, Beyzâvî’nin “her cinsten iki nevi bulunduğu” tarzındaki yorumunu öncekileri de içine alması itibariyle daha kapsamlı bulur. Bununla birlikte o, âyetteki “her şey” ifadesinin sadece cinsleri değil fertleri de kapsadığını dikkate alarak, burada dış âlemdekiler ile onların zihindeki formlarının uyumlu eşleşmesiyle tecelli eden idrak olayına da işaret bulunduğu yorumunu yapar; herhangi bir şey hakkında meydana gelen şuur hâdisesinde bu ikiliğin kaçınılmaz olduğunu, bu ikilik içinde birleştirilmeden hiçbir şeyin tasdik edilemeyeceğini, tefekkür ve tezekkürde bulunulamayacağını, âyetin sonunda yer alan “ki inceden inceye düşünesiniz” ifadesinin de bunu desteklediğini belirtir (bk. VI, 4543-4544; ayrıca bk. Yâsîn 36/36).49. âyetin son cümlesi hem bu âyette hem de önceki iki âyette belirtilenler üzerinde düşünülmesini kapsadığından (Zemahşerî, IV, 31), sırf bulunduğu âyete bağlı düşünülmemesi için meâlinde bu cümleyi “İnceden inceye düşünesiniz diye!” şeklinde sona aldık. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 133-135

Zariyat Suresi 52-55. Ayet Tefsiri

Resûlullah’ın, çevresinden gördüğü kötü muameleyi ve inkârcıların onun hakkında kendisiyle asla bağdaşmayan sıfatlar uydurmalarını yadırgamayıp üzülmemesi için geçmiş toplumların tutumlarından örnek verilmektedir. 54-55. âyetlere göre Resûlullah’ın gerçekleri anlatmak uğruna ortaya koyduğu bunca çabaya rağmen direnişlerini sürdürenlere karşı yapması gereken şey, onlara aldırış etmeden doğru yolda yürümesi ve öğütten yararlanma yeteneğini yitirmemiş olanlara öğüt vermeyi sürdürmesidir. Vahiy alan ve mûcizelerle donatılan peygambere karşı bile böyle davranıldığına, buna rağmen ondan âyette belirtilen yolu izlemesi istendiğine göre, dini tebliğ görevi yapan müminlerin de benzer olumsuzluklarla karşılaştıklarında aynı yöntemi izlemeleri gerektiği anlaşılmaktadır.Râzî, peygamberler tarihinden örnekler vererek 52. âyette bütün peygamberlerin değil “resul” sıfatını taşıyanların kastedildiğini, ayrıca burada kapsamlı bir ifade kullanılmış olmasından bu ithamların herkes tarafından yapıldığı mânasının çıkmayacağını belirtir (XXVIII, 229-230; “nebî” ile “resul” arasındaki fark için bk. Bakara 2/61; A‘râf 7/157). Bu ve benzeri yerlerde “mecnun” kelimesini –yaygın anlamıyla– “akıl hastası,deli” şeklinde açıklamak mümkün olduğu gibi, o günkü inanışlar ışığında “cinlenmiş, cinin hâkimiyetine girmiş” şeklinde yorumlamak da mümkündür (bk. Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 158-165; ayrıca bk. A‘râf 7/184; Hicr 15/6). 53. âyette, müşriklerin Resûlullah’a karşı tutumları ile önceki toplumların kendi peygamberlerine karşı tutumları arasındaki benzerliğin sebebi olarak hatıra gelebilecek bir düşünceye, yani bunun bir hars, öncekilerden tevârüs edilmiş bir kültür olması ihtimaline değinildikten sonra “hayır!” veya “daha doğrusu…” buyurularak –muhtemelen, öncekilerle güçlü bir kültür etkileşimi içinde olmadıkları için– buna imkân bulunmadığına işaret edilmekte; hemen ardından da asıl sebebin öncekilerle bunların “azgınlık, taşkınlık etme” şeklinde özetlenebilecek ortak bir özellik taşımaları olduğu belirtilmektedir. Onları bu taşkınlığa ve mütecaviz davranmaya yönelten temel âmil de ön yargıyla hareket edip inkârda taassup göstermeleridir. Taberî âyetin ilk cümlesini “Bu, nesilden nesile aktarılan bir telakki mi?” şeklinde anlarken, müfessirlerin çoğu bunu hayretle karışık bir istihzâ ifadesi olarak kabul edip aynı zaman diliminde yaşamadıkları için böyle bir etkileşimin imkânsız olduğu açıklamasını yaparlar. Biz de bu anlayışa uygun olarak âyeti, “Sanki nesiller boyu birbirlerine hep bunu tavsiye etmişler! Daha doğrusu onlar azgın bir topluluk!” şeklinde çevirdik (bk. Taberî, XXVII, 9-10; Zemahşerî, IV, 32; İbn Atıyye, V, 182; Râzî, XXVIII, 230).54. âyette yer alan “Artık onlarla ilgilenme” anlamındaki buyruğun, bazı insanlara karşı tebliğ görevinin terkedilmesinin istendiği şeklinde yorumlanması doğru olmaz. Zira bu buyruk, âyetin devamında belirtildiği üzere Resûl-i Ekrem’in, herkesin hidayete ermesi için gösterdiği canhıraş çabaya rağmen bu sonuca ulaşamamaktan ötürü duyduğu üzüntüyle ilgilidir ve kendisinin bu sonuçtan sorumlu olmadığını bildirme amacı taşımaktadır. Nitekim müteakip âyette Hz. Peygamber’den (alanlar için) öğüt vermeye devam etmesi istenmiş, başka âyetlerde de her şart altında tebliğ görevinin yerine getirilmesi için azim ve sebat göstermenin önemi üzerinde durulmuştur. Şu var ki aydınlanmaktan rahatsızlık duyup bağnaz bir tutum sergileyenlerden ilginin kesilmesi bir noktadan sonra kaçınılmaz olacağı için, “Artık onlarla ilgilenme; bundan ötürü kınanacak değilsin” buyurularak Hz. Peygamber’e teselli verilmektedir.55. âyette “öğüdün inananlara fayda vereceği”nin belirtilmesini ise şöyle anlamak uygun olur: Öğüt, iman sahiplerinin imanlarının güçlenmesine ve daha güzel davranmalarına; imana yatkınlığı olanların yani gözlerini, kulaklarını, gönüllerini hakikat çağrısına kapatmayanların da iman etmelerine ve bunun devamında mümine yaraşır davranışlar içine girmelerine vesile olur. İkinci grubu belirtmek üzere Zemahşerî, “Allah’ın imana gireceklerini bildiklerine” ifadesini kullanır (IV, 32). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 135-137

Zariyat Suresi 56-58. Ayet Tefsiri

Öyle anlaşılıyor ki 56. âyette sözü edilen öğüdün özü, insanların ve cinlerin yaratılış amacını hatırlatmaktır. 56. âyette açıkça ifade edildiği üzere bu yaratılış amacı, onların sadece Allah’a kulluk etmeleridir. Fakat burada fert fert her bir insan ve cinin zorunlu olarak Allah’a kulluk etmeleri değil, bu iki türden isteyenlerin kendi seçimleriyle bunu yapmaları kastedilmektedir (Zemahşerî, IV, 32). Nitekim başka birçok âyetten de bu mâna anlaşılmaktadır. Meselâ Mülk sûresinin 2. âyetine göre hayat ve ölüm insanların sınanması amacıyla var edilmiştir. 56. âyetin “sırf bana kulluk etsinler” şeklinde tercüme edilen kısmı “sırf beni tanısınlar” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 106); fakat son tahlilde Allah’ı tanımanın anlamı O’na gerektiği şekilde kulluk etmektir. Burada “kulluk” ile Allah Teâlâ’nın buyruk ve yasaklarına uymanın değil, mümin olsun inkârcı olsun bütün cinlerin ve insanların Allah’ın kudreti ve koyduğu ilâhî-tabii yasalar önünde zorunlu olarak boyun eğmelerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; Taberî’nin tercih ettiği yorum budur (XXVII, 11-12). İbn Atıyye’ye göre bu ifadeyle, anılan varlıkların Allah’a kulluk etmeye yatkın bir yapıda yaratıldıkları ve onları buna yöneltecek yeteneklerle donatıldıkları da kastedilmiş olabilir (V, 183; İbn Atıyye’nin burada kullandığı deliller ve izahı için bk. Rûm 30/30). 57 ve 58. âyetlerde bu kulluğun –hâşâ– Allah’ın yararınaymış gibi algılanmaması için çok açık ifadelerle O’nun buna muhtaç olmadığı, asıl şuurlu varlıkların O’na kulluk etme ihtiyacı içinde oldukları belirtilmiştir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 137

Zariyat Suresi 59-60. Ayet Tefsiri

Sûrenin başında ilâhî vaadin ve yargılama gününün gerçek olduğuna değinildiği gibi son âyetinde yine inkârcıların “başlarına geleceği gün”e dikkat çekilmesi sûrenin başı ile sonu arasındaki uyum açısından mânidardır (Râzî, XXVIII, 193, 238). Taberî, 60. âyette geçen ve “Vay o inkârcıların haline!” şeklinde çevrilen veylün lehüm ifadesine “Onlar veyl vadisini boylayacaklar” anlamını verir. Ona göre buradaki veyl kelimesi cehennemde içinden iğrenç maddeler akan bir vadiyi ifade etmektedir (XXVII, 15). Ancak İbn Atıyye sözün bağlamı dikkate alındığında bu mânayı vermenin zor olduğunu belirtir (V, 184). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 137-138

Zariyat Suresi Hakkında

Adını “savuran rüzgârlar” anlamındaki ilk kelimesinden alır; “Ve’z-zâriyât” diye de anılır (Buhârî, “Tefsîr”, 51). Nübüvvetin Mekke döneminin ortalarında nâzil olmuştur. Altmış âyet olup fâsılası ” ا، ع، ف، ق، ك، م، ن“ harfleridir. Zâriyât sûresi İslâm akaidinin üç temel esasını teşkil eden Allah’ın birliği, âhiret hayatı ve risâlet konularını içerir. Bu muhtevayı iki bölüm halinde özetlemek mümkündür. Birinci bölüm âhiretin vukuu hakkındadır ve toz haline getirip aşılayan, bir yerden başka bir yere savuran rüzgâra, yoğunlaşıp yağmur yükünü taşıyan bulutlara, denizde süzülüp giden gemilere, tabiatın işleyişini (yahut Allah’ın nimetlerini) düzenleyenlere yeminle başlar; yeminin konusu da ceza ve mükâfat gününün mutlaka vuku bulacağı gerçeğidir. Sûrenin ilk dört âyetini teşkil eden “zâriyât, hâmilât, câriyât, mukassimât” kelimeleri âlimlerin çoğu tarafından rüzgârlar, bulutlar, gemiler, melekler (yahut nimetler) diye yorumlanmışsa da (Taberî, XXVI, 239-242; Mâtürîdî, XIV, 125-126) “zâriyât”tan sonra gelen kelimeleri “rüzgârın tesirleri” mânasında veya pozitif ilim alanına giren başka etkenlerle de açıklamak mümkündür (Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, XXVII, 5-7; Elmalılı, VI, 4527). İmam Mâtürîdî, burada üzerine yemin edilen nesne ve olayların bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın birliğini, kudret ve azametini kanıtlarken diğer taraftan tabiata hâkim olan düzenin insan türünün dünyada üreyip yaşamasını sağlamaya işaret ettiğine dikkat çekmiş ve söz konusu hususların ifadeyi pekiştiren yeminin vasıtaları kabul edilebileceğini öne sürmüştür. Bu tür âyetlerde yeminin tabiata ait nesne ve olaylara değil onları yaratana yönelik olduğunu söylemek de mümkündür (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, XIV, 126-129). Daha sonra inkârcılara hitap edilerek vahiy ürünü olan Kur’an’ın haber verdiği âhiret ve Hz. Muhammed’in nübüvveti konusunda tutarsızlık içinde bulundukları belirtilir. İnkârcıların alay etmek amacıyla ceza gününün ne zaman vuku bulacağına dair sorularına “ateşe atılacakları gün” diye cevap verilir. Öte yandan Allah’a karşı gelmekten sakınanların cennetlerde ve pınar başlarında bulunacakları bildirilir, ardından da sakınanların dünyadaki nitelikleri şöyle sıralanır: Daima iyi ve faydalı işler yapanlar, teheccüd namazı kılanlar, tövbe edenler, mallarında hem dilenen hem de durumunu açığa vuramayan yoksulların haklarının olduğunu kabul edenler. Daha sonra zihnini ve gönlünü ilâhî gerçeklere açanlar için hem tabiatta hem de insanın kendi varlığında gerçeğe ulaştıracak işaretlerin bulunduğu belirtilir. Yine yeminle pekiştirilen bir ifade ile Kur’an’ın, nübüvvet ve âhiret gibi bütün iman konularının -tıpkı insanın konuşma yeteneğinin varlığı gibi- gerçek olduğu bildirilir. Ardından önceki peygamberlerin muhataplarından inkâr yoluna sapanların feci âkıbetlerine değinilir: Lût kavmini helâk etmek için gönderilen meleklerin onları çamurdan taşlarla, Mûsâ ile mücadele eden Firavun ve taraftarlarının denizde boğulmakla, Hûd’un kavmi Âd’ın kasıp kavuran rüzgârla, Sâlih’in kavmi Semûd’un yıldırımla ve Nûh kavminin suda boğulmakla helâk edilişi anlatılır (âyet: 1-46).

Sûrenin ikinci bölümünde gökyüzünün ilâhî kudretle inşa edildiği, yeryüzünün insan hayatına elverişli biçimde döşenip düzenlendiği, öğüt ve ibret almak için her şeyin çift (karşıt) yaratıldığı ifade edilir; kendisinden başka hiçbir tanrının bulunmadığı tek Allah’a sığınmanın gerekliliği ve Hz. Muhammed’in O’nun tarafından gönderildiği belirtilir. Daha önce de ilâhî emirleri tebliğ eden resullere inkârcıların aynı şekilde karşı çıktıkları, onlara büyücü veya mecnun dedikleri beyan edildikten sonra şöyle buyurulur: “Ey resul! İnkârcıların sana karşı direnip iman etmemesine önem verme, zira bu konuda kınanacak değilsin. Sen öğütlerine devam et, zira öğüt gönlü ilâhî gerçeklere açık olanlara fayda verir” (âyet: 54-55). Zâriyât sûresinin son âyetlerinde Cenâb-ı Hak bütün cinleri ve insanları yalnız kendisine ibadet etmeleri için yarattığını, onlardan rızık talep etmediğini, bütün canlıların ihtiyaçlarını kendisinin karşıladığını bildirir. Müfessirler, 56. âyette geçen ibadet (kulluk) kavramını kulların Allah’ı tanıyıp bilmesi ve O’na şer‘î mânada ibadet etmesi biçiminde yorumlamışlardır. Allah’ın cinlerden ve insanlardan rızık talep etmediği yolundaki beyanı da kendisi için değil kulları için rızık talep etmediği şeklinde anlaşılmıştır (Mâtürîdî, XIV, 156-159; Elmalılı, VI, 4546). Sûrenin sonunda küfür, inkâr ve zulüm yolunu tercih edenlerin daha öncekiler gibi dünyada da âhirette de gerekli karşılığı bulacakları bildirilir (âyet: 57-60).

Zâriyât, Resûlullah’ın diğer peygamberlerden üstün olmasına vesile teşkil eden “mufassal” sûreler grubu içinde yer alır. Ayrıca Zâriyât, Resûl-i Ekrem’in gece namazlarında aralarında benzerlik bulunan Rahmân-Necm, Müzzemmil-Müddessir gibi sûrelerden ikisini bir rek‘atta okuduğu (Tûr ile birlikte) sûrelerden biridir (Buhârî, “Eźân”, 106; Tirmizî, “CumǾa”, 69; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 306-308, 318). Bazı tefsir kitaplarında yer alan, “Cenâb-ı Hak, Zâriyât sûresini okuyan kimseye dünyada esen her bir rüzgârın on misli sevap verir” meâlindeki hadis (Zemahşerî, V, 622; Beyzâvî, IV, 194) mevzû kabul edilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 722). Muhammed Osman Ebû Semüre Sûretü’ź-Źâriyât: Tefsîruhâ ve iǾrâbühâ (Mansûre 1987) ve Abdülkādir Hüseyin Ađvâǿ belâġıyye Ǿalâ cüzǿi’ź-Źâriyât (Kahire 1991) adıyla birer eser kaleme almışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Tefsîr”, 51; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXVI, 239-242; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. M. Masum Vanlıoğlu), İstanbul 2009, XIV, 125-129, 156-159; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, V, 622; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1410/1990, XXVIII, 232; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 194; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 722; Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî (nşr. M. Ahmed el-Emed-Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1421/2000, XXVII, 5-7; Elmalılı, Hak Dini, VI, 4527, 4546; Ca‘fer Şerefeddin, el-MevsûǾatü’l-Ķurǿâniyye, Beyrut 1420/1999, s. 3-26; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eĥâdîŝ ve’l-âŝârü’l-vâride fî feżâǿili süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 306-308, 318.

Bekir Topaloğlu


Yasin Suresi ve Kuranı Kerim Uygulaması

yasin suresi ve kuranı kerim app store yasin suresi ve kuranı kerim play store

Bu sayfayı sevdiklerinle paylaşarak bize destek olmak ister misin?

TwetlePaylaşPinterestRedditTumblrLinkedin

Zariyat Suresi ile ilgili yorum yap




Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Atıf-AynıLisanslaPaylaş 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. Suresi.com.tr - 2020